BÜLENT UĞUR

BÜLENT UĞUR

BİR DOSTUN ARDINDAN: SABAHATTİN BEKTAŞ

Kelimelerin tükendiği an vardır ya işte şu anda onu yaşıyorum. Kaybettiğim can dostum Sabahattin Bektaş'ın (Sabo) ardından birşeyler yazmak istiyorum. Paylaşmak istediğim çok şey var. Ama zorlanıyorum.

Birçok arkadaşım var, bunlardan bir bölümü de dost seviyesine ulaşmıştır benim gözümde. Ama Sabo'nun dostluğu, dostluk ötesi bir kavram ile anlatılabilir. Hayatta herşeyimi ama herşeyimi paylaştığım tek insandı Sabo.

Ne yani şimdi ben herşeyimi, özellikle paylaşamayacağım konuları kiminle paylaşacağım?

Hani derler ya "Bir telefon uzaklığı", işte Sabo benim hep bir telefon uzağımdaydı. Hemen her gün görüşürdük. Herşeyimizi karşılıklı paylaşır, yeri gelir moral verir, yeri gelir sadece dinler, yeri gelir üzülür, yeri gelir kahkaha atar, yeri gelir birşeylere birlikte kızardık. Onunla konuştuktan sonra rahatlardım. Bir boşluğum dolmuş olurdu.

Ne yani şimdi benim bu boşluğum artık dolmayacak mı?

Birimizin sıkıntılı ve keyifli anında ilk aranan bir diğerimiz olurdu. Onun varlığını; madden ve manen hep üzerimde hissederdim.

Sabo ile ilk tanışmamız 1996 yılında oldu. Yani çeyrek yüzyılı aşan bir dostluğa sahibiz. Hatta "Arkadaşlığımızın Gümüş Yılı" diye 25. yılımızı 3 yıl önce kutlamıştık. 28 yıl bazı dostluklara göre az görülebilir ama biz dolu dolu öyle bir 28 yıl yaşadık ki 100 yıla bedel.

Türkiye'nin bir bölümünü birlikte gezdik. Dünya gezilerimde en çok yanımda olan oydu. Hiç bir gezimizde hiç bir problem yaşamadık. Onunla istesen de problem yaşayamazsın ki.

Ne yani artık onunla gezemeyecek miyim?

İstanbul ziyaretleri görüşmemiz için hep bir nedendi. Benim güneye inmem için de Sabo önemli bir nedendi. Yani gitmişken görmek değil, görmek için gitmek.

Ne yani benim bu nedenimde mi yok artık!

Onun bilgeliği, davranışları bana hep örnek oldu. Sabo'nun bana öğrettiklerini burada saymaya kalksam sayfalar yetmez. O bana hep 15 yıl sonramı anlatır, gösterirdi. Aramızdaki yaş farkına rağmen akran gibiydik.

Bir şeyleri daha önce paylaştığımız bir yere gittiğinde, bir yerde adım geçtiğinde ya da hiç bir şey olmasa da aklına geldiğinde aramayı ve o anı dostunla yaşamayı ondan öğrendim.

Özveri, paylaşım, sevgi, güzellikler konusunda ondan çok feyz aldım.

Elimizdeki kuruyemişi 3 arkadaş bölüşürken, "Sen çok yemezsin ki" sözümüze, "Hakkımı isterim" deyip, iki kişinin 2 dakikada kuruyemişini bitirmesini müteakip, kendi yemediği kuruyemişi bize yavaş yavaş vermesi nasıl unutulur.

Ne yani bana birşeyler öğreten hocam yok mu artık?

Tam bir Atatürk çocuğu olan Sabom, rahatsızlığını yaşarken yaptığımız son konuşmalarımızdan birinde, kendisinin aslında çok şanslı olduğunu söyledikten sonra açıklamasını şöyle yapmıştı, "Atatürk'ün kurduğu laik Türkiye Cumhuriyeti'nde yaşadım. Bu çok önemli konu. Ayrıca hayatımda yapmak istediğim herşeyi yaptım. Gözüm arkada değil".

Ne yani bir kişi daha mı eksildik?

Her halükarda "Çiçek gibiyim" diyen Sabo herkese pozitif enerji verirdi.

Ne yani çiçeğimiz soldu mu?

Kendisi için yapılanı unutmamak ve yeri geldiğinde üçüncü şahıslara aktarmak onun için dostlukları pekiştiren bir konuydu. Sepetçiler Kasrı'ndaki iş ilişkimiz bittikten sonra, benim onu aramalarımın dostluğumuzun temelini oluşturan en önemli etken olduğunu ifade ettikten sonra kendileri için hazırlattığım kahvaltı sofralarını her defasında başka birine anlatırken karşısında mahcubiyetten kafamı eğerdim. Bazen kendimi bile anlattıkları ile bana tanıtırdı. Azerbaycan'a misafirim olarak geldiğinde, bir gün, "Bu sefer hiç olmazsa hesabı benim ödememe müsaade edeceksin" dediğinde, önce "evet" dediğimi, sonra da yine müsaade etmezken "Bırak Sabo burada gelirim iyi, iyiyken izin ver, sonrasına bakarız" dediğimi üçüncü şahıslara anlatırken, yine başımı öne eğmek zorunda kalıyordum.

Ne yani beni anlatacak biri artık yok mu?

Sabo'nun vericiliği herkeseydi. Başta ailesi ve akrabaları olmak üzere çevresindeki herkesin adeta babasıydı. Yaşadığı güzellikleri yanındakilerle paylaşmak isterdi. Çevresindeki herkese bir şekilde az veya çok faydası olurdu.

Akşam yemekte konuşup, sabah Bali'ye tatile çıkışımızı hiç unutamam. Üstelikte beş parasız. Tabi dönüşte taksitler halinde borcumu ona ödemek kaydıyla.

Ne yani artık ani bir kararla "hadi bakalım" diyip, yola çıkacağım kimse yok mu artık?

Yeni tanıştığı biriyle bile kısa bir sürede 40 yıllık ahbap gibi olurdu. Memleketim olan Elazığ/Ağın'a gittiğimizde kurduğu dostlukları halen sürdürmekteydi. Kendinden yaşça küçük halama benim gibi hala derken onunla kurduğu samimiyeti Kuşadası'na davet edip, ağırlayarak halama yaptığı güzellik halen halamın dilinde.

Artık geziler daha bir anlamsız, yemekli ve fasıllı sohbetler daha bir renksiz olacak.

Kim bize "Yozgat Sürmelisini" okuyacak, kim Azeri türkülerini duygu yoğunluğuyla gözleri yaşlı ifa edecek.

Saboyu anlatmakla bitiremem. Anılarımızla avunmak tek tesellim olacak.

Hepimizin üzerinde derin etkiler bırakarak bizleri terk eden Sabo, gidişiyle herkeste tarifi büyük bir üzüntü yarattı.

xxx

Sabo'yu kaybettiğim günün ertesi sabah uyandığımda, "Ne yani dünyamız artık Sabosuz mu?" dedim, büyük bir üzüntü içinde.

Ameliyatlı olduğum için cenazesine Söke/Kuşadası'na gidememiştim. Ama aklım hep oradaydı.

Saat 13.00 olduğunda "Şimdi meslektaşları ile vedalaşmak üzere cenazesi Söke Adliyesine getirilmiştir" dedim. Tam o sırada ortak dostumuz Mustafa Gökalp'den bir fotoğraf geldi. Tabutunun önündeki fotoğrafından avukat cübbesi ile gülümseyerek bakıyordu Sabo.

Ne yani benim güzel dostum şimdi o tabutun içinde miydi?

Saat 16.00'a yaklaştığında, "Sabomu şimdi camiye getirdiler, ikindi namazı sonrası cenaze namazını kılacaklar" dedim.

Saat 17.00'a geldiğinde, "Şimdi cenazesi Kuşadası Asri Mezarlığına getirilmiştir" dedim. Saat 18.00 olduğunda Sabomu toprağa vermişlerdir" dedim.

Ne yani benim yakışıklı arkadaşım artık toprağın altında mıydı?

Of Allahım offff...

Oysa ki yoğun bakıma yattığından bu yana geçen 1 aylık sürede ona anlatacağım o kadar çok şey birikmişti ki... Buna şimdiden sonra yenileri de eklenecek.

Ah be Sabo, bana herşeyi öğrettin de senden sonra ne yapacağımı öğretmedin.

Cenaze törenine katılanları şanslı addettim. Keşke ben de katılabilseydim. Hem son görevimi yapmış olur hem de "Sabosevenlere" sarılır, ortak acımızı paylaşır, belki de bir nebze olsun acımı hafifletirdim. Oysa ki ben evin içinde tek başına kurgular yaparak acımı yaşıyordum.

Of Allahım offff...

Boşluğu asla dolmayacak canım dostum ışıklarda uyu.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
BÜLENT UĞUR Arşivi