CEMAL KARABAŞ

CEMAL KARABAŞ

BEYEFENDİ İLE BEN…

Bir köşe yazarı kağıdın ortasına  kondurduğu bir soru ile  okuruna soruyor; 

-Beyefendi bir kayıp mıdır?

Okuru olarak  kendimi muhatap gördüğümden   bana yöneltilen  soruya cevap verdim : 

-  Bence Beyefendi bir kayıp değildir !

Ben Beyefendi’den, Beyefendi de benden hazzetmezdi.

Şöyle ki,  ben  70’li yılların başında Anadolu’nun küçük bir şehrinde  öğrenci , Beyefendi de  Ankara’da  başbakandı.

O yıllarda  Akşam Gazetesini okurdum. Gazetedeki favori köşe yazarım ise  Çetin Altan idi.

Yazar TAŞ  başlıklı köşesinde ,  ABD emperyalizmine karşı yürüyen gençlerin,  işçilerin köylülerin hak arama mücadelelerini över, Beyefendiyi de emperyalizmin adamı olarak  kınardı.  

Bir işçi çocuğuydum. Onsekizini bile doldurmamıştım. Politik bilincim yoktu. 

Dayımdan sigara içmeyi , bir posta treniyle  köyden şehre gelirken kompartımandaki bir köylüden Akşam Gazetesini öğrendim.   

Bir süre Akşam Gazetesini, daha sonraları da Cumhuriyet Gazetesini , gazetedeki İlhan Selçuk yazılarını okumaya devam ettim.  

 Bu yazarlar emperyalizme karşı halkların  yürüyüşünü destekliyorlardı.

Ankara’da , İstanbul’da gençlik hareketleri başlamıştı. 

Gençler, Beyefendinin hükümetini ABD ile işbirliği yapmakla suçluyor, protesto yürüyüşleri yapıyordu. 

Beyefendi de bu yürüyüşlerle dalga geçiyordu:  Yollar yürünmekle aşınmaz

Deniz Gezmiş ve arkadaşları emperyalizme karşı  yürüdüler. Askeri darbe oldu. ABD  destekli Yurtta sulh cihanda sulh konseyi   12 mart 1971’de Beyefendiye alaşağı ettiler.   Beyefendi ise  şapkasını alıp pencereden kaçtı.  

Aradan bir  on yıl  daha zaman geçti. 1980’e doğru sokaklarda kıpırdanmalar başlamıştı. Kıpırdanmaların arasına yabancı ajan ve provakatifler vardı. Genel Kurmay koridorlarında  yabancı  istihbarat subayları fink atmaktaydı.

İç savaş provaları, faili meçhul cinayetler… Üniversite öğrencileri  öldürülüyor… ABD  yetkililerinin bizim çocuklar dediği Kenan Evren ve Yurtta Sulh Cihanda Sulh konseyi,   Beyefendinin başında bulunduğu koalisyon hükümetini devirdi.  

On yıllık süre dolmuştu. İşkenceler ve idamlarla süreç tamamlandı.  

Bir zaman sonra , nefesi tıkanan  Kenan Evren, bir zaman sonra  perde gerisine çekilerek  Turgut Özal’ı  öne sürdü. 

Turgut Özal , işin içinden geliyor, kimin ne mal olduğunu biliyordu.  İşine baktı. 

Bu arada  Beyefendi Cumhurbaşkanı olmuş ve  yaşlanmıştı. Penceresini kapattı. Gölgeliği çekti. Kitaplarının arasına gömüldü. 

Turgut Özal  ufku geniş bir adamdı. Türkiye’nin çehresini değiştirdi.  

Ne var ki, bir on yıllık süre dolmuştu… Doksanlı yılların ortalarına doğru şaibeli ölümüyle tarihin sayfasına gömüldü. 

 Tanklar yürütüldü… Post modern darbeler yapıldı ...vesaire… vesaire…

Halkın öfkesi  büyüdükçe büyümüştü.      

Bir zamanlar Beyefendinin de destek olduğu  atmışlı yıllardan beri  çeşitli hükümetlerce  beslenip hayli semirtilen   hain Fetullah Gülen  örgütü   son on süre dolmadan  askeri kalkışmaya başvurdu. Halkın üzerine kurşunlar yağdırdı. 

 Başkan Erdoğan ,halkı sokağa çağırdı. Doğru liderlik yaptı. Halk  o güne kadar dünyada olmadık bir şeyi başardı;   silahlı kuvvetlerimize sızmış olan silahlı hain örgütü , silahsız olarak durdurdu.

Erdoğan yönetimin gemlerini eline  geçirince  askeri vesayeti sona erdirdi. 

2023 vizyonunu ilan etti. Yurtta sulhun ancak cihanda sulh ile mümkün olacağını düşünüyor, kendine proaktif bir rol seçiyordu.  Bu vizyon insan odaklıydı. Onun derdi, aç kalan komşularıydı. Aç susuz huzur olmayacağını biliyordu. 

Erdoğan liderliğiyle  ezilen dünya halklarına ilham veriyor ve vermekte devam ediyor. 

On yıllardır yoldaydım . Artık ben de yaşlanmıştım.  Yollarda  esir alınan tankları, topları, uçakları gördüm.  Halk  son  on yıllık yürüyüşünde yolları aşındır, tank , top,  bomba izlerini yok etmişti…

Demokrasi yürüyüşünde başarılı olmuştuk…

Şapkası ve enteresan  sözleriyle (yollar yürünmekle aşınmaz, dün dündür bugün bugündür gibi)  birlikte  ebedi aleme irtihal eyleyen Beyefendi artık  bir kayıp değildi  !   

<