BAŞAKŞEHİR KAZANAMAZDI
Müthiş bir final bekliyordu futbolseverleri. Her iki takımda stres yüklüydü omuzlarında. Galatasaray elli bin taraftarının önününde 19 Mayıs’ın şanına yakaşır şekilde şampiyon olup kutlamak istiyordu. Başakşehir her hafta puan kaybede kaybede gelip sekiz puan önündeki rakibinin gerisine düşünce haliyle zihnen daha yorgun, manen daha bir depresyondaydı psikolojik olarak. Şu anda küme düşmemeye oynasada; Beşiktaş, Fenerbahçe, Galatasaray ve Trabzonspor’un yanına ismini beşinci şampiyon olarak yazdıran Bursaspor gibi altıncı şampiyon olmanın aşırı telaşındaydı Avcı ve ekibi. Herkes gibi onlarda biliyorlardı ki ekstra hatta ultra zordu Galatasaray’ı geçmek böylesine bir atmosferde. Üstelik finalleri çok çok iyi oynayan bir takımdı sarı kırmızılılar. Bu özellik onların genlerinde vardı adeta.
Her ne kadar sekiz puan geriden gelip şampiyonluk tacını alan Galatasaray’ın hakkını teslim etsekde, Başakşehir ve de özellikle Abdullah hoca’nın yaptığı hataların üstüste devam etmesi malumun ilanı oluyordu her hafta sonu yaşanan kayıplardan sonra. Galatasaray maçına kadarki son yedi haftada iki galibiyet ve üç beraberlik alabilmişti Başakşehir. Özellikle kendi evinde, iki hafta üst üste, önce Rizespor’la berabere kalması sonra Göztepe’ye kaybetmesi sonun başlangıcıydı. Bu iki karşılaşmadan galibiyet alınabilseydi, dört puan daha cepde olacaktı ve dolayısıyla Ali Samiyen’e de dört puan önde gideceklerdi. Abdullah Avcı her puan kaybında; “Kredimiz var, cebimiz dolu” diye diye takımını ligi önde bitirmek adına hep pozitif yönde konsantre etmek istedi ama zengin bir babanın oğlu gibi yok yere saçtı puanları.
İKİ HOCA’DA TEDBİRLİ BAŞLAMAYI TERCİH ETTİ
Kazanan şampiyon olacaktı. Beraberlikteyse işin içine averaj hesapları girecekti. Ligin ilk devresindeki mücadele 1-1 bittiği için 0-0’da Galatasaray, 2-2’de de Başakşehir lider girecekti son haftaya. Galatasaray klasik oyununu oynayacaktı muhakkakki evinde. Bu onların oyun tarzıydı çünkü. Önde basıp, pres yapıp, rakibi ısırmaları bir Terim ekolüydü. Hele ki Ali Sami Yen’deki maçlarda. Öndeki dörtlüsü fazlasıyla hücümcu olunca merkezi Fernando-Donk ikilisiyle tutmak istemişti Fatih hoca. Önce yememeliyim, nasılsa atarım diye düşünmüş olmalıydı. N’Diaye tribünde, Selçuk kulübedeydi.
Abdullah Avcı puan kaybetmeye başladığı haftalarda adeta basireti bağlanmış gibiydi. Takımı üst üste puanları saçarken kendisinden beklenilen kritik teknik adam dokunuşlarını yapamamış, takımın ihtiyacı olan rotasyon hamlelerinde çok ama çok geç kalmıştı. Galibiyete hasret kalınan Beşiktaş; deplasmanda 2-1, Rizespor; evinde 1-1, Göztepe; evinde 0-2, Sivasspor; deplasmanda 0-0, karşılaşmalarında aşağı yukarı hep aynı kadrolarla ve hep aynı sitemle oynatmış takımını. Oysaki bazı karşılaşmalara ve özellikle de iki hafta üst üste evinde oynayıp kazanamadığı Rizespor ve Göztepe randevularında kimbilir belkide çift forvetle başlamalıydı rakiplerini şaşırtmak adına. Rotasyonun yeterli yapılamaması ve spor medyasından Avcı aleyhine gelen sert eleştirilerin ayyuka çıkışıyla, Ankaragücü maçında altı farklı oyuncuyla yüksek rotasyona gidilsede pek işe yaramamıştı Başkent maçının ilk devresinde. İkinci devrede yapılan Emre ve Robinho hamleleriyle ancak alabilmişti üç puanı Abdullah hoca.
Galatasaray karşında da sürprizleri vardı hocanın. Emre 29. dakikada oyundan çıkana kadar Başakşehir’in olmazsa olmazıydı. İhtiyar delikanlı Belezoğlu keşke biraz daha oynayabilseydi böylesine bir finalde. Mossoro ve Robinho bençde, Elia ve Bajic yeşil çimendeydi. Belli ki geçen hafta oyunu kurtaran Robinho’yu hamle oyuncusu olarak kullanacaktı Avcı yine. Kafasında öyle tasarlamıştı. Oysa ki böylesine maçlarda tecrübe daha önemliydi. Epureanu’nun sakatlanmasından bu tarafa defansını bir türlü akort edememişti Başakşehir. Abdullah Avcı, Serdar Taşçı ve Attamah’a güvenmeyince orijinal yeri sol bek olan ama stoper olarakda oynayabilen Kudryashov’u Mahmut’a partner yapmıştı.
EMRE ÇIKTI SELÇUK GİRDİ
Oysaki Abdullah hocanın gölünde yatan aslan; Emre-Mahmut’la orta merkezi tutmak, Epureanu-Da Costa ile de Mert’in önünü sağlama almaktı. Ancak Emre’nin yarım yamalak oynayıp hep sakatlıklarla mücadele etmesi, Epureanu’nun sezonu erken kapatması, Da Costa’nın devre arasında Al-İttihad takımına transfer olması takımın bu kilit dörtlüsünün birlikte oynamasını engellemişti. Elia patentli, Bajic imzalı gol Abdullah Avcı’yı ne kadar haklı çıkarsada, Emre’nin oyundan çıkışıyla adeta çıkmaz bir sokağa giriş yapıyordu Başakşehir bir daha çıkamamak üzere. Çünkü Emre’den sonra en yetenekli olanlardan Visca sus pusdu, Robinho’da oyun dışındaydı.
Evet oyunun ilk kırılma noktası 29’da Emre’nin oyundan çıkışıydı. Bu sakatlık Başakşehir’in şampiyonluğa vedasının birinci anıydı. Oyun 0-0 devam etseydi Terim belkide Donk-Selçuk değişikliğini ilerleyen dakikalara bırakacaktı. Ancak devrede 0-1 geride olmak Fatih hocayı erken değişime itti. 46. dakika Galatasaray’ın şampiyonluğu perçinlediği, Başakşehir’inse şampiyonluğa veda anıydı. Terim, Emre’nin yokluğunda orta sahasını Selçuk faktörüyle domine edeceğini düşündü. “Hem tecrübe hem yetenekle bu işi çözerim” dedi tecrübeli teknik adam. Robinho’yu böylesine bir maçta 81 dakika yanında oturtan, 70’de Robinho’yu değilde Adebayor’u oyuna alan Abdullah Avcı şampiyon bir takımın teknik direktörü olamazdı.
Hakem şöyleydi, oyuncular böyleydi, Fatih hoca rakip klübeye müdahale etmişti,Bajic tribünleri tahrik etmişti, vs vs vs demek yerine önce Galatasaray’ı, sonra da son iki senedir şampiyonluğa oynayan seyirci fakiri Başakşehir’i tebrik edelim. Ayrıca VAR ve AVAR’la mükemmel uyum sağlayarak bu önemli maçı yöneten Cüneyt hocaya da bravo diyelim. Ayrıca, Basketbol’da Euro Lig Kupası ülkemize gelmesede, 19 Mayıs’ın 100. yılında bize heyecan yaşatan Fenerbahçe’ye ve Anadolu Efes’e de şükranlarımızı sunmayı ihmal etmeyelim. Ülkemizin kurtuluşu ve kuruluşu için tam 100 sene önce yola çıkan Atatürk ve silah arkadaşlarının da ruhları şad olsun.