SELAMİ TURGUT GENÇ

SELAMİ TURGUT GENÇ

ANKETCİLERDEN SÖZ AÇILMIŞKEN..

İstanbul’da Büyükşehir Belediyesi’nin yenilenen seçimi sonuçlanalı hani oldu. Yani, üzerinden pek az zaman geçti. Seçilen seçildi. Büyük oy farklarıyla süreç tamamlandı. Her seçim döneminde yaşadığımız anketçi tahminleri gene sonuç vermedi. Önceki yazılarımdan birinde belirtilmiştim:

“Dünyada Nobel ödülü almış bir anketçi kuruluş gösterebilir misiniz?”

Diye sormuştum. Ne mümkün!. Bizdeki anketçi kuruluşlar, her seçim öncesi televizyon ekranına dizilir, tahminlere dayalı uçurtma uçururlar.. Mantığı zorlayan öyle işler yaparlar ki, evdeki hesap çarşıya uymaz.. Ancak, mahcubiyetlerinden de ders almadıkları görülür.. Her seçim öncesi bir pişkinlikler yaşanır.

Bu konuda, daha önce yazdığım bir yazımı tekrarlamak isterim. Şöyle ki:  “Türkiye, hiç bir konuda derin düşünce sentezine girmeyen bir ülke..”

Genellikle, zihin potansiyelinin tamamından yararlandığımızı belirleyen, oranlama değerlerine henüz sahip değiliz. Bilim kolunu, ilkel bir mantıkla insan ilişkilerinde kullanmakla, kendimize ‘net görüş” alanları hazırlamakta zorlanıyoruz.

Kişiyi çevreye karşı daha uyanık hale getiren düşünme algısı şuura, yani zihnin ekranına ihtiyaç duyar. Düşünmek için şuura dinamik bir yaklaşım hazırlayamıyorsanız, değişik bir insan tipini andırırsınız.

Böylece, tutarlı kişiliğiniz silinir gider, daldan dala gezinen bir kuşun zikzaklarını çizersiniz.

İnsanlar doğruyu verdikleri vakit kişiliklerinin korunmasına sahip olurlar. Nedenini şuura yerleştirmeden, “deli danalar” gibi koşulmakla, akılcı sonuçlara varılamaz. Örneğin anketçiler televizyonlarda dinlerken üzerinize uyku ağırlığının çöktüğünü hissediyorsanız, olumsuz enerjiyle yüklendiğinizi biliniz. Dinleyici konumunda iseniz, bunun “hipertansiyon” değerlerine etkisi olabileceğini de düşünün.

Anketçilerin, düşünce ve şuura yansıyan ölçüm değerlerini, akademik terimlerle ifade edebilecek bir kaynak bulunmuş değildir. Çünkü günlük yaşamın bireylerindeki sezgi gücü bulanıktır. Duygusal monotonluk ve bıkkınlık iç duygularını kaplamışsa, görüşleri saydamlaşmaz. Sayısal loto tahminciliği yaparlar.

Toplumsal öyle nazik bir denge üzerindeyiz ki, “aklı” davet eden hiçbir mekanizma görülmüyor. Hayal ve saplantılar hızla yayılıyor..

Cazip ve cilalı sözler öncelik kazanıyor. Açıkçası, neyin ne olduğunu hesaplamakta, “ipin ucunu” kaybetmiş durumdayız.

Zihnini düşüncelerinden arındırmakta zorluk çeken ve kendi kendisiyle çelişkiye düşen insan tipleriyle içiçe yaşıyoruz.

Unutmayın ki, bir insanın kendi kendisini aldattığı kadar, kimse o insanı, o kadar aldatamaz. Bu denenmiş sözü, aklımızda tutmakta yarar vardır. Kuşkusuz ideal insan tipi, inandırıcı olandır.

Gene bir yazımda özellikle vurgulamıştım:

“Dünya, “yanılgılar” gerçeği üzerine kuruludur. İnsanlar yaşamı boyunca, defalarca neye inanmışsa, o doğrultuda kalmışlardır. Yaşadığı günlerin önüne çıkardığı “yanılgılarla” aklının tutsağı durumuna düşmüştür. Sezgilerin ürünü olan “varsayımlar”, insan beynine işlendiği vakit gelecek ölçülemez. Zaten keşifler bunun en belirgin örneğidir. Gerek evrende ve gerekse insan vücudunda, bilinmeyen keşifleri yaşaya yaşaya, doğruları bulmaya çalışıyoruz.

Sorunlu bir dünyanın göbeğindeyiz. Akılcı bir çizgide tutunmayı becerirsek, ortak akla şeffalık kazandıracak koşullara yönelmekte gecikmeyiz. Toplumu birleştirmek için bilimsel anketçileri, üniversite kürsülerinde yetiştirecek bir “kurumsal yapı” oluşturulalım. 

Hem de gecikmeden, tez elden..

<