ALCADRAZ'DA "HÜCRE"YE GİRDİM
Geçtiğimiz günlerde okudum bir yerde ya da haberlerde falan duydum ve kafama
takıldı.
Kafasına takılan bir şeyi, nerede okuduğunu veya nereden duyduğunu hatırlamaz mı
insan canım demeyin. Hatırlamıyorum işte…
Olay şu… Yurt dışındaki hapishanelerde kalan Türk mahkumlar Türkiye’ye
gönderilmelerini istiyorlarmış…
Hasbelkader gezip gördüğüm ve dahi inceden inceye araştırdığım şu ünlü hapishane
Alcatraz düştü aklıma. Umarım sizin de ilginizi çeker. Kitap tanıtımına bir es daha verelim
haftaya söz…
Alcatraz 1934’te halk düşmanı denen en azılı mahkumları barındırarak hizmete giriyor.
Al Capone dahil ipten kazıktan kurtulmuş kişiler, ilk konuklar olmak onurunu kazanıyorlar.
Bütün mahkumlar tek kişilik hücrelerde yaşıyor. En 150, boy 270 yükseklik 210 santim.
Ciddiyim not almışım. Hücrenin bir yüzü demir parmaklık. Eşya: Yatak, tuvalet taşı, lavabo…
Bu çok önemli, bir de kitap rafı…
Bütün hücrelerin sürme kapı biçiminde parmaklıkları, aynı anda ve elektrikle açılıyor.
Sabah 6.30’da başlayan program saniye şaşmıyor. Her mahkum bir bölümdü çalışıyor. Kesin
konuşma yasağı var. Al Capone gibi bir canavarın bile 4.5 yıl sonra kafası karışıyor. Yanlış
hücreye gidecek ve yanlış giyinecek kadar… Doktorlar buna “Alcatraz sendromu diyorlar.
Alcatraz Hapishanesi’nin çok zengin bir kitaplığı olmuş. Çalışmanın dışında hiçbir
uğraşa, hatta konuşmaya bile izin verilmediği için mahkumlar kendilerini okumaya vermiş.
Hapishane dünyanın en çok okuyan insanlarını barındırır olmuş. En cahil mahkum bile 75
kitabı su gibi öğrenmiş.
Bütün mahkumlar hücrelerde olduğuna göre daha kötüsü olamaz sanılıyor. Oysa var…
Koşullara uymayan mahkumlar 3 günden 90 güne kadar karanlık hücreye kapatılıyor…
Buranın dört duvarı tavanı ve zemini çelik levhalarla kaplı. Hiç eşya yok. Bir köşede
yerde tuvalet niyetine bir delik var. Hücrenin bir yüzündeki kapılar, iki kademeli. Biri
kapanmadan diğeri açılmıyor. Ölmeyecek kadar yiyecek de buradan veriliyor.
İçeri kapatılan mahkumun, bütün ses ve ışık ilişkileri kesiliyor. Ne bir ses ne bir nefes…
Gece yok gündüz yok… Sürekli sessizlik ve karanlık…
Alcatraz’ı gezdiren rehber, bu hücrede kalanın zaman nosyonunu yitirdiğini söyledi.
İnanamadım. “Denemek ister misiniz” dedi. Tamam deyip girdim içeri (o dönemler gençtim)
Sessiz bir karanlıktan daha beteri yok. Bağırmanın hiç faydası yok. Vicdansız rehberin
kapıyı yarım saat açmadığını sandım. Çıktığımda arkadaşlarım içerine 6 dakika kaldığımı
söylediler…
Bu hücrede aylarca kalma cezası alan dışarı çıktığında bir ruh ve sinir paçavrası
olmaktan kurtulamaz… Öle ki kurtula!...
Ey bizim ülke mahkumları! Kaldığınız yerlerin kıymetini bilin! Kapıyı açsalar bile
çıkmayın dikkat edin dışarıdan içeriye doluşmasınlar…
Yurda dönmek isteyenlere de yurttakilere de Allah kurtarsın demekten başka
yapabileceğimiz bir şey yok…
Bu gezimden sonra Alcatraz notları çalıştığım gazetede yayınlanmış ve büyük ilgi
toplamıştı. Zihnimin kıvrımına takılanları ve saklayabildiğim notlardan yakalayabildiklerimi
aktardım sizlere…
Haftaya görüşmek dileği ile…