Alan çalışması gerek
Bakıldığında yayınevleri öncelikle ticari kitaplar yayınlamayı tercih ediyor. Her yayınevinin
bir hedefi var. Ama bir de ortak ve değişmez hedef var. İyi bir kitap yakalayıp, çok satmak,
isim yapmak, para kazanmak ortak hedef.
Bir de yayınevlerinin düşünsel, inanç ve hayatı kavrayış biçimlerini yansıtacak kitaplar
yayınlamak. Yani hem okuru siyasi, itikadi, hayata bakış bakımından tatmin etmek, kitleyi
elde tutmak da kimisinde çıkış sebebi, kimisinde gizli gündem, kimisinde ise samimi
yaklaşım. Yayınevleri irfana hizmet etseler de esasında ticari kuruluşlardır. Her yayınevinin
yayınladığı kitaplara bakarak o yayınevi sahibinin ve beraber olduğu kitlenin hangi
düşünceye, gayeye, maksada hizmet ettiği anlaşılır.
Xxxx
Bir yayınevi daha ilk kitabıyla kendini ele verir.Ahmet Yıldız Günbay’ın romanları bilinir.
Hemen her romanda günahlar içindeki, inanmak sorunu olan birileri ezan dinleyerek, bir ayet
duyarak, ya da benzeri sebeplerle iyi bir Müslüman olmaya, sağlam bir mümin olmaya
yönelir. Bu tür romanlar hidayet romanları denir ki, bu işin piri Şule Yüksel Şenler’dir.
Siyami Boylu kardeşimiz Cağaloğlu yayınevini tesis etti. Tebrik etmek şart. Başarılar dilemek
de öyle. Yayınladığı ilk kitap bir roman ve hidayet romanı.Yolu belli oldu. Yolu açık bahtı
yar olsun.
Xxxx
Bir dostum vardı. İlk delikanlılık yıllarında aynı gazetelerde ya da aynı mahfillerde bulunduk.
Gazetecidir. Aradan 40 yıl geçtikten sonra onun güzel, edebi, romanları yerine dini makaleler
yazdığını görünce ona, ‘sen edebi eserler verecek adamdın, niye dini yazılar yazıyorsun’
dedim ve dostluğumuz bitti.
Herkes kolaya kaçıyor. Dini anlatanlar bile kolaya kaçıyor. Alan çalışmasına kimse
yanaşmıyor.
Şimdi sormak gerek, dinle ilgili sahne temsili yapan arkadaşlar, ya da beyazperde kımıldakları
yapan arkadaşlar bir gün olsun, bir tiyatro tarihi, sinema tarihi yazmayı düşünmemişlerdir.
Tiyatronun ve sinemanın terimlerini Türkçeleştirmek için bir çabaları yoktur. Ama hepsi de
dini, manevi, beyaz, milli sinema ve İslam medeniyetine tiyatro yapmanın iddiasındalar.
Türkçe olmayan dille milli, manevi, nasıl olacak diye hiç düşünmediler.
Xxxx
Bir dostum sanat görüşlerini bir gazetede yayınlamış, sonra da onların kitap yapılmasını
isteyerek yayınevine teslim etmişti.Baştan sona okudum. Ne bir felsefi yaklaşım, ne bir yeni
söylem, ne bir teklif yoktu. Söylediği şuydu. Devlet sanatçıya –sanatçıdan kastettiği de
kendisiydi- para vermeliydi.
Ona ‘bak sen setlerde ve sahnelerde bulundun. Orada yüzlerce insan tanıdın. Set hatıralarını,
sahne hatıralarını, sanatçı odası (kulis) hatıralarını yaz dedim. O, ‘insanlar bana kızarlar,
kalpleri kırılır’ diyerek cevap verdi. Kimseyi kırmadan hatıralar, tecrübeler yazılabilir. Ama
zordur. Emek ister. Ölçü, tartı, vicdan, adalet ister. Hepsinden önemlisi meseleye hakimiyet
ister.
Xxxx
Kimse zora talip olmuyor. İnternette, ağnetlerde yazı yazan bir yığın şair, romancı, hikeayeci,
sinemacı, tiyatrocu, eleştirmen var. Ama hiç biri temel bir mesele üzerinde derinliği olan
görüşler ortaya koymuyorlar.
Sette ve sahnede kullanılan terimleri Türkçeleştirmek şarttır. Evet zordur. Ama vatandaş
çoğunu, haberdar olduklarını Türkçeleştirmiştir zaten. Movie yerine kımıldak demiş, sinema
yerine beyazperde, televizyon yerine ekran, tiyatro yerine sahne temsili, birincil oyuncuya
esas oğlan, karakter oyuncusuna silik demiş vatandaş.
Yeşilçam kımıldaklarında bir esas oğlan ve esas kız vardır. Esas oğlan ve esas kızın arkadaşı
vardır. Kötü adam ve adamları var. Esnaf ve konuyla ilgili meslek adamları var. Ve küçük
görevlerde silikler var. Alın size beyazperde terimleri.
Xxxx
Kolay, genel, din, tasavvuf, ahlak, siyaset meselelerini bir kenara bırakıp alan çalışmaları
yapmak gerek.
Yarın Batıcılıktan vaz geçtik, kendi medeniyetimizi yaşayacağız desek, para akışını
sağlayacak bir kurum düşünen var mı?