RECEP ARSLAN

RECEP ARSLAN

Alan çalışması gerek

Bakıldığında yayınevleri öncelikle ticari kitaplar yayınlamayı tercih ediyor. Her yayınevinin

bir hedefi var. Ama bir de ortak ve değişmez hedef var. İyi bir kitap yakalayıp, çok satmak,

isim yapmak, para kazanmak ortak hedef.

Bir de yayınevlerinin düşünsel, inanç ve hayatı kavrayış biçimlerini yansıtacak kitaplar

yayınlamak. Yani hem okuru siyasi, itikadi, hayata bakış bakımından tatmin etmek, kitleyi

elde tutmak da kimisinde çıkış sebebi, kimisinde gizli gündem, kimisinde ise samimi

yaklaşım. Yayınevleri irfana hizmet etseler de esasında ticari kuruluşlardır. Her yayınevinin

yayınladığı kitaplara bakarak o yayınevi sahibinin ve beraber olduğu kitlenin hangi

düşünceye, gayeye, maksada hizmet ettiği anlaşılır.

Xxxx

Bir yayınevi daha ilk kitabıyla kendini ele verir.Ahmet Yıldız Günbay’ın romanları bilinir.

Hemen her romanda günahlar içindeki, inanmak sorunu olan birileri ezan dinleyerek, bir ayet

duyarak, ya da benzeri sebeplerle iyi bir Müslüman olmaya, sağlam bir mümin olmaya

yönelir. Bu tür romanlar hidayet romanları denir ki, bu işin piri Şule Yüksel Şenler’dir.

Siyami Boylu kardeşimiz Cağaloğlu yayınevini tesis etti. Tebrik etmek şart. Başarılar dilemek

de öyle. Yayınladığı ilk kitap bir roman ve hidayet romanı.Yolu belli oldu. Yolu açık bahtı

yar olsun.

Xxxx

Bir dostum vardı. İlk delikanlılık yıllarında aynı gazetelerde ya da aynı mahfillerde bulunduk.

Gazetecidir. Aradan 40 yıl geçtikten sonra onun güzel, edebi, romanları yerine dini makaleler

yazdığını görünce ona, ‘sen edebi eserler verecek adamdın, niye dini yazılar yazıyorsun’

dedim ve dostluğumuz bitti.

Herkes kolaya kaçıyor. Dini anlatanlar bile kolaya kaçıyor. Alan çalışmasına kimse

yanaşmıyor.

Şimdi sormak gerek, dinle ilgili sahne temsili yapan arkadaşlar, ya da beyazperde kımıldakları

yapan arkadaşlar bir gün olsun, bir tiyatro tarihi, sinema tarihi yazmayı düşünmemişlerdir.

Tiyatronun ve sinemanın terimlerini Türkçeleştirmek için bir çabaları yoktur. Ama hepsi de

dini, manevi, beyaz, milli sinema ve İslam medeniyetine tiyatro yapmanın iddiasındalar.

Türkçe olmayan dille milli, manevi, nasıl olacak diye hiç düşünmediler.

Xxxx

Bir dostum sanat görüşlerini bir gazetede yayınlamış, sonra da onların kitap yapılmasını

isteyerek yayınevine teslim etmişti.Baştan sona okudum. Ne bir felsefi yaklaşım, ne bir yeni

söylem, ne bir teklif yoktu. Söylediği şuydu. Devlet sanatçıya –sanatçıdan kastettiği de

kendisiydi- para vermeliydi.

Ona ‘bak sen setlerde ve sahnelerde bulundun. Orada yüzlerce insan tanıdın. Set hatıralarını,

sahne hatıralarını, sanatçı odası (kulis) hatıralarını yaz dedim. O, ‘insanlar bana kızarlar,

kalpleri kırılır’ diyerek cevap verdi. Kimseyi kırmadan hatıralar, tecrübeler yazılabilir. Ama

zordur. Emek ister. Ölçü, tartı, vicdan, adalet ister. Hepsinden önemlisi meseleye hakimiyet

ister.

Xxxx

Kimse zora talip olmuyor. İnternette, ağnetlerde yazı yazan bir yığın şair, romancı, hikeayeci,

sinemacı, tiyatrocu, eleştirmen var. Ama hiç biri temel bir mesele üzerinde derinliği olan

görüşler ortaya koymuyorlar.

Sette ve sahnede kullanılan terimleri Türkçeleştirmek şarttır. Evet zordur. Ama vatandaş

çoğunu, haberdar olduklarını Türkçeleştirmiştir zaten. Movie yerine kımıldak demiş, sinema

yerine beyazperde, televizyon yerine ekran, tiyatro yerine sahne temsili, birincil oyuncuya

esas oğlan, karakter oyuncusuna silik demiş vatandaş.

Yeşilçam kımıldaklarında bir esas oğlan ve esas kız vardır. Esas oğlan ve esas kızın arkadaşı

vardır. Kötü adam ve adamları var. Esnaf ve konuyla ilgili meslek adamları var. Ve küçük

görevlerde silikler var. Alın size beyazperde terimleri.

Xxxx

Kolay, genel, din, tasavvuf, ahlak, siyaset meselelerini bir kenara bırakıp alan çalışmaları

yapmak gerek.

Yarın Batıcılıktan vaz geçtik, kendi medeniyetimizi yaşayacağız desek, para akışını

sağlayacak bir kurum düşünen var mı?

<