RECEP ARSLAN

RECEP ARSLAN

Ah İngilizce!

Bu ülkede hep bir başka milletin dilini öğrenmek meselesi olageldi. Zaman oldu Fıransızca, zaman

oldu Almanca ve uzun bir zaman diliminden bu yana da İngilizce öğrenmek meselesi var

Bir başka milletini dilini öğrenmek hep erdem olarak algılandı. Dini kaynaklardan gelen bir erdem

tarafı var. Denilmiş ki, bir lisan bir insan. Buradan şunu da anlamak, mümkün. Bir insan bir lisandır.

Yani bilinen her dil insanı birden ikiye, ikiden üçe katlar ve değer kazandırır. Burada bir sıkıntı yok.

Sıkıntı bir başka dili öğrenirken kendi dilini anasından öğrendiği, seviyede bırakmak. Halbuki, bir dil

öğrenimi ana dil bilgisine destek de verir, ondan destek de alır.

Xxxx

Yabancı dil öğrenmek bilhassa ilim aaleminde, etiket yapılacaksa çok değer kazanır. Çünki yabancı dil,

özellikle de moda olan yabancı dil, yani İngilizce bilinmeden doktora, doçentlik, puofesörlük, etiketleri

alınamıyor. Bu yüzden karınca kadar çalışkan, arı kadar verimli nice doktor sıfatlı insanlar yabancı dili

öğrenemedikleri için üniversitelere emekli olarak veda ettiler. Tek şart İngilizce olunca nice verimli

insanı ilim dünyasından mağdur biçimde uzaklaştırmak, kaçınılmaz oluyor.

İşte bu yüzden üniversitede görev almak isteyenlerin en önemli meselesi İngilizce öğrenmek oluyor.

Aile varlıklı ise, ya da birkaç yerden burs alacak kadar kıvrak zekealı, ise birey Londra’ya gidiyor, bir

sene orada kalıyor ve İngilizce’yi, öğrenmiş ama Türkçe’yi, unutmuş olarak geliyorlar.

Kimileri de çocuk bakımı görevini üstlenerek bir ailenin yanında boğaz tokluğuna kalıyorlar. O ailenin

bildiği kadar uygulamalı İngilizce’yi öğreniyorlar. Ama o ailenin manevi değerlerini de paylaşıyorlar.

Vatanlarına döndüklerinde yerli ve milli değerleri banal buluyorlar. Kendi milletine yabancılaşma

huyu kazanılmış oluyor.

Xxxx

Kimileri de Türkiye’de İngilizce dil öğretim kurumlarına paralar yatırıyor. Başaran da var, parası boşa

giden de. Parası olmayan ama umudu olan gençler İngilizce öğrenmek için kendilerince bir yol

geliştirmişler.

İstanbul Üniversitesi öğrencilerinden bir kitle bir araya gelmişler kendi aralarında karar vermişler.

Londra’ya giden İngilizceyi öğreniyor. Orada genellikle kafede, oturup İngilizce konuşuyorlar Biz de

öyle yapalım. Ama bizim kafemiz Londra’da değil Süleymaniye’de olsun demişler.

Bir kafede, toplanan bu gençler kendi aralarında İngilizce konuşuyorlar. Kafenin, sınırları içnde,

İngilizce’den başka dil kullanmak, konuşmak yasak. Masalarda da İngilizce sözlükler var. Zor

durumlarda sözlüğe bakmak izni var.

Xxxx

Öğrencilerin bu parlak buluşu İngilizce bilmesi gereke işadamlarının da, yabancı arkadaşı olanların da

ilgisini çekmiş. Bu da müşterilerin sadece öğrenciler olmasını bozarak, kitleyi çeşitlendirmiş.

İyi mi olmuş, kötü mü olmuş derseniz cevabı tek değil. Öğrenciler kendi dertlerine derman bulmak

için bir icat yapmışlar. Bu açıdan iyi bir şey. İngiltere’ye gitmeye, para dökmeye, bir aileye hizmet

etmeye gerek kalmamış. Amaca hizmet ettiği sürece iyi bir şey olduğu tartışılmaz.

Xxxx

Kötü tarafı, şu. Biz müstemleke bir memleket durumundayız. İngiltere’de bir Türkçe öğrenme kafesi

açmalıydı İngiliz gençler. Dünya üzerinde itibarı, olan millet biz olmalıydık. Müstemleke insanı

oldunuz mu elbette efendinize uyum sağlamak için çaba harcayacaksınız. Ne yazık ki İngilizler tarih

boyunca hile ve desiselerle insanları, milletleri sömürerek semirdiler. Şimdi tüm neredeyse dünyayı

sömürgeleri haline getirmişler. Fiilen değilse kültür açısından herkes ağlara takılmış vaziyette.

Xxxx

Bir gazete konudan haberdar olunca, haber değeri olduğunu fark etmiş ve haberi tam sayfa resimli

olarak yayınlamış. Ama gazetenin bu haberi yayınlarken bir tavrı yok.

Xxxx

İyi düşünmek lazım. İngilizce bilmek ilim aleminde şart olmaya devam etmeli mi? İlim dünyası

İngilizce ilmi makale yayımlamaya indirgenmiş, İngilizce yayımlanan her çalışma anında Batının elinde.

Üstüne iki nokta ilave edip, kendi mallarıymış gibi satıyorlar. Dert büyük.

<