CEMAL KARABAŞ

CEMAL KARABAŞ

15 TEMMUZ GÜNÜ...

Reçeteyi alıp  dışarı çıktım. 

Semt eczanesi kapalıydı. Nöbetçi eczane  Selmanı Pak caddesindeymiş.

Yürüdüm...

Türlü yanlış alışkanlıklarına son verip dönercilikte karar kılan Hasan ,   dönerini bitirmiş, tezgahını temizlemekteydi;

-Bugün 15 Temmuz..Tatil daa,  dedi   “a"ları uzatarak...

Üsküdar’a  inmeye karar verdim.

İkindi saatinin ikinci yarısı geçmiş sıcağın hükmü    kırılmıştı.

Bir müddet otobüs bekledim. Usanıp duraktan  ayrıldım, aşağı doğru sağlı sollu  Karaca Ahmet mezarlığının duvarlarını yanıma alarak  yürüdüm.

Hergün  omuz omuza vermiş bitişik nizam  evlerin   önünden geçerken merak hassamı rahatsız eden o evin önünde durdum. 

Asma  çeliklerini  sokakta beş kiloluk su şişelerine  yatıran meçhul adamı sonunda  gördüm. 

Kendi ifadesine göre  apartmanın  beşinci katındaki terasta asma yaprakları üretme  planlıyor , ancak bu hayalini  gerçekleştiremiyordu. Sebebi  beş litrelik  naylon su şişelerinin  bu iş için  yetersiz olması olabilir mıydı? 

Kısa pantoluyla  kapı önüne oturup  bacaklarını  kaldırıma doğru uzatmış adamın ayaklarında   bacaklarında  kanlı yara  izleri vardı. Hatta bir bacağındaki yaranın derisi soyulmuştu. 

-Şeker  değil  mi , diye sordum. Nedense  şiddetle itiraz etti;

-Değil !  Ayağımı her gün merdivenden inerken  merdiven kenarına   çarpıyorum  , dedi.  Bunun üzerine adamın gözlerininim içine bakarak  ; 

-Boşuna inkar etme. Bana kül yutturamazsın, doğru söyle, demeye çalıştım.

 Adam yetmiş yaşlarında gür saçı sakalına karışmış , aklını beş kiloluk  su şişelerinde asma yaprağı  yetiştirme hayaliyle  bozmuş  biriydi. 

Gençken yakışıklıydı. Saçları sarıydı. Şimdi ise yaş kemale ermiş  yaşlı, saçları ağarmış , şekerle  savaşan bir yaşlıydı. Gözleri  mavi ve hüzünlüydü;

- Bir türlü yetiştiremedim , tutturamadım, dedi .Teselli ettim; 

- Fevri hareket etme. Şekerine dikkat et. Ayağını da her seferinde aynı yere vurma, dedim

Gide gide sonunda  Üsküdar Balıkçılar çarşısına ulaştım. Çarşıda balıklara ve balıkçılara baktım. Ne balıkçıların yüzlerinde , ne de balık tezgahlarında bir hal halâvet vardı.   Balık tezgahları boş, tamtakır kuru bakirdi.  Bir iki tezgahta rengi atmış istavrit, dondurulmuş uskumru gördüm. 

Çarşıda bir kaç çeşit balık daha gördüysem de üzerinde durulacak miktar ve vasıfta değildiler. 

Çarşıyı  geçince bir   yol tanzim  çalışmasının   içine düştüm. Belediye yolu sökmüş kaçak arıyordu. Bir sürü insan çukurlara düşe kalka  yürüyordu. 

Ceviz çarpacağına  benzeyen bir kız kurusu  seke seke geçip bir kuyumcuya girdi.

Anası  elindeki balonuyla çocuğunu  ardı sıra sürüklemekteydi. 

Selmanı Pak caddesindeki nöbetçi eczanesine ulaşmak için soldaki sokağa saptım.   Bir kaç küçük balıkçı lokantasını geçtim.  Orta yaşlı bir kadın ile bir erkek birbirinin gözlerinin içine bakmakta olduklarına , balık yer gibi göründüklerine göre aralarında bir şey olmalıydı.

Aralarındaki şey  Matisse'in  resimlerindeki  balıklar gibi  soluk  ve  hareketsizdi. 

Elinde telefonla çarşıda oyun oynayan etine dolgun kara kıllı  herif   başını kaldırmadan ;

-Okur yazar  değilim. Levhalara bak, dedi. Öyle yaptım tabelalara baka baka yürüdüm. 

Caddeye çıktım. Yol kenarında  telefon kulaklığı şarj malzemeleri satan genç adama  nöbetçi eczaneyi sordum.  Genç adam  tereddütsüz eliyle Selmanı Pak caddesindeki   Saray otelini işaret etti. 

Karşıya geçip  otelin bulunduğu sokağa saptım. 

Otelin önü savaş meydanına dönmüş, bir takım mobilya parçaları  atılmıştı. Otelin  üst katındaki bir pencere açıktı. Mak Donald firmasının kilolu , kırmızı bluzlu dağıtım ekibi  motosikletleri üzerinde  başlarını yukarıya kaldırmış hep beraber  otelin en üst katına bakıyorlardı. 

Türk polisi çevrede tedbir almış, otelin kapısında bekliyordu.

Eli arkasına bağlı kirli mavi buzlu delikanlı  sakindi.  Ona yanaşıp  durumu  sordum ;

-Ne var burada  ? Genel grev mi var, diye sordum. 

153’’ün çıtı pıtı  bir hemşiresi, otelin önünde yukarıdaki açık pencereye bakan  kilolu kırmızılı bir kadını ambulansa doğru çekmekteydi. Olayın öznelerinden biriydi. 

Otelin yanındaki eczaneye girdim. 

İlacı alıp dışarıya çıkarken eczanenin kutu üzerine  ilacın kullanılış şeklini özetleyen bir yazıyı bilgisayarda yazıp   yapıştırmış olduğunu gördüm.  

Bu özenli uygulaması  için eczacıya teşekkür ettim. 

Dışarı  çıktığımda, otelin önündeki  Mac Donald'ın  kırmızı  giysili  ekibi  motosikletleri üzerinde  halen yukarıdaki açık pencereye doğru  bakmaktaydılar. 

Ben de başımı kaldırıp baktım. Pencere açıktı. 

Kirli mavi buzlu genç adamdan  aldığım bilgiye göre otelin yemek salonunda olayın faili ile polis arasında teslim müzakereleri sürmekteydi...

<