11 EYLÜL SONRASI AMERİKAN TOPLUMUNUN TERÖRE KARŞI REAKSİYONU

11 Eylül 2001 günü Amerikan toplumu, travmatik etkileri uzun yıllar sürecek bir terör saldırısıyla karşı karşıya kalmıştı. Amerika o zamana kadar dünyada gerçekleşen tüm terör eylemlerine uzaktan bakan bir seyirci konumundaydı. Terör olgusunun gelişmiş ülkeleri etkileyebileceği akla bile gelmemekteydi. Ve özellikle Amerika böylesine büyük bir terör saldırısını hayal bile edememişti.  Bununla ilgili Harvard Üniversitesi Uluslar arası İlişkiler genel  başkanı  Graham Allison’un 11 Eylül saldırısı için verdiği anekdottan bir alıntısına değinelim: “Sanki bir başka gezegende yaşıyormuşuz da bu tarz kötü olayları sadece televizyondan izlermişiz gibi geliyordu. Herkes bu tür saldırılarının yalnızca Pakistan, Afganistan, Irak’ ta olabileceğini düşünüyordu. Amerikalılar ülkelerinin siyasi şiddet olaylarına uzak olduğunu düşünürken büyük bir kesim böyle bir saldırının yapıldığına hala inanamıyordu.”

  Amerikan toplumunun terör ve terörizm kavramlarına, ki bu iki kavram birbirinden farklı iki anlama gelir buna bir sonraki paragrafta değineceğim, bu kadar uzak olmalarının en önemli  sebebi  toplumun ABD hükümetine duyduğu yüksek güven duygusuydu. Bu güven zaman zaman ufak çaplı ulusal terör eylemleriyle iniş gösterse de hiçbir zaman kökünden sarsılmamıştı. Ta ki 11 Eylül’e kadar. Sarsılan güven duygusu beraberinde terör mağduru olma korkusunu da getirdi.

Şekil 1: ABD’de terör mağduru olma korkusu (1996-2013)

 

Kaynak: Gallup

Erişim tarihi: Nisan, 9, 2016

Erişim adresi : http://www.gallup.com/poll/162074/post-boston-half-anticipate-terrorism-soon.aspx

 

Şekil 2: Toplumun ABD hükümetine duyduğu güven (2001-2013)

 

 

Kaynak: Gallup

Erişim tarihi : 9, nisan, 2016

Erişim adresi : http://www.gallup.com/poll/162074/post-boston-half-anticipate-terrorism-soon.aspx

 

Böylesine büyük ve küresel çapta bir terör saldırısı Amerikan toplumunun terör korkusunu arttırken aynı zamanda toplumun ırk temelli ayrışmasına da neden oldu. Diğer taraftan etnomerkezcilik ve yabancı düşmanlığı da, ki burada “yabancı” kavramını da açmam gerek, artış gösterdi. Hatırlayalım, 11 Eylül’de Pentagon’a yapılan saldırıyı El-Kaide terör örgütü üstlenmişti. El-Kaide  küresel çapta faaliyet gösteren  İslamcı bir silahlı örgüttür. Kanıtlamaya gerek yoktur ki bu sebepten yabancı düşmanlığındaki “yabancı” kavramı Müslümanlara yönelik bir ötekileştirmedir. 11 Eylül saldırısı, Amerikan toplumunda artan İslam karşıtı söylemler,  islamofobi  (İslam’dan korku) gibi irrasyonel nefretlere yol açmış ve bu bir dalga şeklinde zihinlerde yayılmıştır ki zaten İslam karşıtlığı sosyolojik ve kültürel temelleri yüzyıllar öncesine dayanan bir düşünce olmuştur. (bkz: ÖTEKİ’DEN DÜŞMANA İSLAMOFOBİ ERGUN GÖKNEL) Kanımca toplumun bu bakışını zihin ölçekli toplumsal bir hareket olarak değerlendirmek çok da yanlış olmayacaktır. “Zihin ölçekli toplumsal hareket”ten kastettiğim, toplumun üyelerinin bir eylem karşısındaki tepkilerinin buluştuğu ortak paydadır.  Zihin ölçekli toplumsal hareket çok karmaşık düşünceler barındırmaz. Oldukça basit bir düşünme biçimidir. Konumuz gereği 11 Eylül’den örnek verecek olursak, saldırıyı kim üstlendi diye bakarız. El-Kaide. Kimdir bu El-Kaide? İslamcı silahlı örgüt. O zaman bütün Müslümanları terör saldırısı yapabilecek o risk grubuna sokarız ve 11 Eylül’ü Müslümanlar ile özdeşleştiririz.

 Yukarıda bahsettiğim zihin ölçekli toplumsal hareket bir domino taşı gibi beraberinde ufak ve büyük çaplı eylemsel toplum hareketini getirir. Örneğin “göçmen karşıtlığı” düşüncesi zihin ölçekli bir tavırdır.  Bu açıdan hareket bir rüzgar gibi önce zihinde başlar. Zihinler buluşur eyleme dökülür fakat rüzgar artık biraz daha şiddetlidir. “Göçmen karşıtlığı” ‘mızı sesli dile getirmeye başlarız. Hatta bizimle aynı düşüncede olan insanlarla beraber seslerimiz yükselir.  Son kertede devlet de(sağ merkezli siyasi partilerin yükselişi, kamuda Müslüman kimliğine karşı ayrımcı uygulamalar vb.) işin içine girer ve hareket bu noktadan sonra artık bir fırtınadır.

 Peki  11 eylül ile yükselen İslam karşıtlığı nasıl eyleme dönüştü? Bu sorunun cevabını insan zihnindeki  etki-tepki sarmalı gayet açık ortaya koymaktadır. 11 eylül saldırısını El-Kaide’ye yaptıran etki ABD’nin İslam dünyasıyla  arasının pek iyi olmamasıydı. 11 Eylül’e kadar birçok İslam ülkesinde meydana gelen İslami kazanımlar ABD ve müttefiki devletler tarafından daima baltalanmıştı. Irak’a Körfez Savaşı’nda saldıran ABD, binlerce sivili acımasızca bombalamış, birçok zehirli bomba kullanarak nesiller boyunca sakat doğumlara neden olmuş, Irak’a uyguladığı ekonomik ambargo ve gıda ve ilaç kısıtlamalarıyla 500 bin çocuğun ölümüne yol açmıştı. Columbia Üniversitesi beslenme profesörü Richard Garfield sadece ambargoların başladığı 1991-2002 tarihleri arasında ambargolardan dolayı ölen 5 yaş ve altı çocukların sayısını 345,000-530,000 olarak hesaplamıştır.  1999’a kadar Unicef’e göre 500 bin çocuk ambargolar nedeniyle yaşamını yitirmiştir. Irak Sağlık Bakanlığı’na göre ise uranyum bombaları, savaşın neden olduğu hastalıklar ve ambargoların tümü 1,7 milyon kişinin ölümüne neden olmuştur. İşte bu sebepler bir etki, 11 eylül saldırısı da bir tepkiydi. Şimdi Amerikan toplumunun İslam karşıtlığına bakalım. 11 Eylül’ün etkisi İslam’dan nefret olarak kendisini göstermiştir. Bu saldırılara yönelik tepki de tersine bir terör dalgası tehlikesi olarak kendini göstermiştir. Dünya’da gerçekleşen şiddet olaylarını takip eden WITS’in veri tabanına göre de özellikle Ocak 2009’dan sonra Hristiyan Köktendincilerinin saldırılarının arttığı gözlenmektedir. İşte bu zihinlerde başlayan toplumsal hareketin eyleme dönüşümünü açıklamaktadır. Rüzgar şiddetini arttırmaktadır.

  Şimdi gelelim rüzgarın fırtınaya nasıl dönüştüğüne. 11 eylül sonrası ABD’deki  terör korkusu ülkedeki siyasal yaşamı, kamu politikalarını ve güvenlik stratejilerini de etkilemiştir. Yani artık devlet de işin içindedir. İlk olarak  11 Eylül’ün hemen sonrası çıkartılan US Patriot Yasası’na (2001) göz atalım. Patriot act yani yurtseverlik yasası 11 Eylül saldırılarından sonra Amerikan hükümetinin yürürlüğe koyduğu anti terör yasasıdır. Bu uygulama ile artık Amerika'nın bildiğimiz "özgürlükler ülkesi" klişesini de yitirmeye başladığını görüyoruz. Bu yasa o kadar ileri gidiyor ki, mesela google'da arama kutucuğuna girdiğiniz her sözcüğü istihbar etmek mümkün oluyor. Hatta ve hatta kütüphaneler, öğretmenler ve öğrenciler bile denetim altına alınıyor, kim ne okuyor hepsini öğreniyorlar.(bkz: https://www.justice.gov/archive/ll/highlights.htm ) Peki  Amerikalılar gibi bireysel özgürlüklerine düşkün insanlar bu tür kısıtlamalara nasıl onay verdi? Ya da şöyle soralım, bu toplumsal hareket siyasetçilerin ve hükümetin de dahil olduğu ortak bir tepkiye nasıl dönüştü? Hükümet çıkardığı bu kısıtlayıcı yasaların kamuoyu nezdinde meşruiyetini nasıl sağladı?  Cevap çok basit. Suç mağduru olma korkusu yani terör korkusu insanların sosyal ve ekonomik yaşantısını olumsuz etkilemiş, yaşam kalitesini azaltmıştı. Herhangi bir terör saldırısında sivil halkın kendini koruma ve savunma ihtimali çok düşüktü. Üstelik medya bu korkuyu daha da körüklüyordu. Tüm bu şartlar altında kamuoyunun devlete güvenmekten başka çaresi yoktu.  US Patriot Yasası ulusal bir güvenlik önlemiydi. Yani fırtına henüz ülke içinde başlamıştı. Bu fırtınanın bir de küresel boyutu vardı: “ the war on terrorism” 

Terörizmle Küresel Savaşı (İngilizce: Global War on Terrorism), Amerika Birleşik Devletleri'ndeki farklı hedeflere gerçekleştirilen 11 Eylül saldırıları sonrasında Amerika Birleşik Devletleri'nin liderliğinde başlatılan uluslararası askerî kampanya. NATO üyesi olan tüm ülkeler ve üye olmayan bazı ülkelerin katıldığı kampanya, El-Kaide'nin başını çektiği çeşitli silahlı gruplara yönelik açılmıştı.

"Terörle Savaş" kavramı ilk olarak Amerika Birleşik Devletleri Başkanı George W. Bush tarafından 20 Eylül 2001 tarihinde kullanıldı. Bu tarihten sonra Bush yönetimi ve bazı

medya organları tarafından terörist olarak tanımladıkları kuruluşlar ve onları destekleyen rejimlere karşı girişilen askerî, siyasi, hukuki ve kavramsal mücadeleyi tanımlamak için kullanılmaya devam etti. Bu kapsamda, başta Orta Doğu'da bulunan ve nüfusun çoğunluğu Müslüman olan ülkelerle çeşitli mücadelelere girişildi. ABD hükümeti bu mücadelesinde de kamuoyu tarafından herhangi bir engelle karşılaşmamış aksine tam destek sağlamıştı.

 Zihin ölçekli başlayan İslam’a yönelik bu toplumsal hareket sonrasında  eyleme dökülmüş ve ters bir terör tehlikesi dalgası yaratmıştı. Son olarak devlet işin içine girdi önce ulusal güvenlik önemleri aldı. Daha sonra küresel kampanyalar başlattı .  Toplumsal hareket zihin eylem-devlet üçlemesi ile kendini temellendirmişti.

 

<