100. YIL ONURU -1
cetvel
Türkiye Cumhuriyeti'nin 100. kuruluş yıl dönümü haftasındayız.
Bu çok özel yılın tarihsel tanığı olmak ayrı bir onur.
Ne mutlu bizlere ki Büyük Önderimizin Cumhuriyet Aydınlığında yetişmiş kuşaklarız.
Sahip kılındığımız ulusal / evrensel / insanî değerleri, yalnızca 14 yılda başarılan Atatürk Devrimine borçluyuz.
İşgal altındaki Anadolu ve Trakya'yı emperyalist çizmesi altından kurtaran Mustafa Kemal, 29 Ekim 1923'te padişahlığı resmen sona erdirerek Cumhuriyeti kurdu.
Cumhuriyet; en basit tanımıyla 'ülke yönetiminin halka ait olduğu devlet şekli' demek.
Büyük Önder; zorbaların yönettiği kimi devletlerin adında da geçen soyut cumhuriyet kavramının içini Atatürk Devrimi ile doldurdu.
Padişahın kullarından yarattığı ulusun yapı taşı bireyleri, kendi kendilerini yönetebilecek bilgiye, kültüre, bilince, her türlü donanıma sahip kılmak için...
ÖNCE HALKI AYDINLATTI
Atatürk, 1923 yılının 29 Ekim'ine gelinceye değin yurdu karış karış dolaşarak insanımıza, her alanda ilerleyip güçlü, çağcıl bir toplum olabilmenin olmazsa olmazlarını anlattı, öğretti, benimsetti.
Devrim Gezisi boyunca halka hemen her seslenişinde; bir ulusun "tam bağımsızlığı" için öncelikli koşulun "ekonomik bağımsızlık" olduğunu vurguladı.
İç ve dış barışın buna bağlı olduğunu da...
İzmir'de halka seslenişi (31 Ocak 1923):
"Biz barış istiyoruz, dediğimiz zaman tam bağımsızlık istiyoruz dediğimizi herkesin bilmesi gerekir. (...) Bize (yabancılar) bazı şeyleri vermiş gibi görünürler ama ekonomik bakımdan elimizi kolumuzu bağlarlar, ekonomik tutsaklıkla bizi inmeli (felçli) ederler."
"ÇAĞDAŞLIK KÂFİRLİK DEĞİL"
Adana'da çiftçilere söyledikleri (16 Mart 1923):
"Güzel yurdumuzu yoksulluğa, memleketimizi yıkıntıya sürükleyen türlü nedenler içinde en güçlü ve en önemlisi, ekonomide bağımsızlıktan yoksunluğumuzdur."
Yine Adana'da esnafa seslenişi:
"Çağdaş olmak, kâfir olmak değildir."
Büyük Önder'in söz konusu Devrim Gezisi çerçevesinde yaptığı 21 Mart 1923 tarihli Konya konuşması ise halkı ülkü birliğine çağırdığı bir tür Devrim Andı gibidir:
"Ulusumun tüm aydın güçlerinin (...) gezdiğim yerlerde gördüğüm, tanıdığım ulusun tüm kutlanası, şükredilesi, övülesi çiftçisiyle, esnafıyla, tüccarıyla, bütün köylüsüyle (...) büyük ruhlu halkın benimle geldiğine inanarak güçle dolu, sağlam ve yürekli (olarak) durmadan ileri yürüyeceğim."
Devrim Gezisini tamamlayan Atatürk'ün, Ankara'ya dönmesinden sonra 8 Nisan 1923'te, 'Ulusal Devrimin Dokuz İlkesi' yayımlandı.
29 Ekim 1923'te ilan edilecek Cumhuriyet'in ana omurgasını oluşturacak bu ilkeler (1) arasında; ulusal yaşantıya ve yazgıya TBMM'nin egemen olacağı, saltanatın diriltilmeyeceği, gericiliğe ödün verilmeyeceği, öğretimin birleştirilip laik hâle getirileceği; yasalarda, örgütlerde, yönetimde, eğitimde ulusal egemenliğin temel kılınacağı... yer aldı.
Ardından, bütün bu söylediklerini birer birer gerçekleştirdi.
Onları ve daha fazlasını da haftaya ele alalım.
DİL YANLIŞLARIMIZ
Fransızca kökenli sözcük yanlışları arasında, en çok dillere persenk olanlardan biri, "koordineli" saçmalığı!..
Aslında, 'eşgüdüm' anlamındaki "koordinasyon" (Fr. coordination), Türkçeye doğru aktarılmış.
Ama, 'eşgüdümlü' karşılığı "coordonné" (koordone, okunur) sıfatı, dilimize "koordine" diye yanlış girmiş.
Bu sıfata ayrıca sıfat yapım eki "-li" ekleyerek "koordineli" demek, çifte yanlış.
Yapım ekinden dem vurmuşken 4 Ekim 2023 günü, bir tv kanalında gördüğümüz
şu başlığa (KJ) dikkat çekelim:
"Azerbaycan, 'Türkiyesiz olmaz' dedi."
Azerbaycan ile Ermenistan arasındaki gerilimi görüşmek üzere iki ülkenin liderleri Aliyev ve Paşinyan'ın 5 Ekim'de İspanya'da bir araya gelmeleri bekleniyordu. Aliyev; Azerbaycan ile Ermenistan'ın dışında AB, Fransa, İspanya ve Almanya temsilcilerinin katılacağı toplantıya, Türkiye'nin de katılımını şart koşmuş.
Bu haberle ilgili tv başlığında geçen "Türkiyesiz" sözcüğünün, mutlaka "kesme imli ('Türkiye'siz diye) yazılması gerekiyor. Çünkü "Türkiye", söz konusu başlıkta özel ad yapısını koruyor; sonuna gelen "-siz"ekiyle sıfata ya da ad soylu bir sözcüğe dönüşmemiş. Dönüşenleri ise bitişik yazıyoruz:
Ankaralı, Moskovalı, Türkçü... vb.
'TÜRKÇÜ'YE İTİRAZ
Yukarıda verdiğimiz "Türkçü" örneğinde geçen "-ci, -cü", işlek bir ek.
Falih Rıfkı Atay'ın (1894 - 1971), Arapça "ve" bağlacını kullanmadığı gibi, gazeteci - yazar Nizamettin Nazif [Tepedelenlioğlu (1901 - 1970)] da yazılarıyla konuşmalarında "-ci, -cü" ekinden kaçınırmış (2). Koyu bir "milliyetçi" olmasına karşın kimi dostlarının kendisine "Türkçü" demelerine, şu sözlerle itiraz edermiş:
"Bir kunduracı aynı zamanda kundura olamayacağı gibi, Türk de hem Türk hem de Türkçü olamaz."
Bir başka rahmetlik meslek büyüğümüz Nail Güreli (1932 - 2016), Milliyet'te çalıştığı yıllarda hazırladığı bir röportaj dizisinin reklamını TRT'nin yayımlamayı reddettiğini bize anlatmıştı. Ret nedeni, yazı dizisinin başlığıymış:
"Tatilciler"
Günümüzde bu ekin kullanımının bir hayli genişlediğini görüyoruz. Örneğin; meslek, alışkanlık, taraftarlık... bildiren çok sayıda sözcük yapıyor:
Kitapçı, gazeteci, simitçi, fırsatçı, yalancı, uykucu, solcu...
Dil, yaşayan bir varlık.
Türkçemiz; bulunmaz bir çiçek gibi özenle korunmayı, zararlı yabancı otların saldırısı önlenerek beslenip büyütülmeyi hak ediyor.
Bu görev / sorumluluk, en çok da sürekli halkla iç içe, yüz yüze olan biz medya çalışanlarına düşüyor.
GRAM GRAM 'EPİGRAM'
Yüz yaşında Cumhuriyetimiz
Sahipsiz, bekçisiz servetimiz
Baş düşmanı, başımızın tacı;
Uygarlık zararlısı dincimiz!
1) Ceyhun Atuf Kansu; Devrimcinin Takvimi, Cumhuriyet Gazetesi yayını, sayfa 104- 105
2) Mehmet Nuri Yardım; "Edebiyatımızın Güleryüzü", Çatı Kitapları, Kasım 2002, İstanbul, sayfa 127 - 128