ENGİN KÖKLÜÇINAR

ENGİN KÖKLÜÇINAR

BULDOZERLER İSTANBUL'DA YALNIZ EVLERİ DEĞİL TARİHİ YIKMIŞLAR... (1)

İstanbul için şiirler, romanlar, yazılmış, şarkılar  türküler bestelenmiş ve çok etkili sözler söylenmiş.

Napolyon'a sormuşlar : "Dünyada tek devlet olsaydı, başkenti neresi olurdu?"

"İstanbul" demiş…

Akıllı insan bildiği konularda konuşur, yazar.  İstanbul'un talan edilmesinin suçlusunun kim olup olmadığı konusunda bilimsel hiçbir bilgim olmadığı halde, haddimi aşarak duygularımla birkaç şey yazmak niyetindeyim. Bu cüretkarlığım, İstanbul aşkımdan gelmektedir. Kimse alınmasın… Suçum varsa, Allah affetsin.

Bu İstanbul'un katili rahmetli Adnan Menderes ve Demokrat Parti iktidarıdır…

Önce şunu iftiharla söylemek istiyorum. İstanbul çocuğuyum ve II.Mahmud'un  fermanı ile 1825’de yapılan nufüs kaydında, dedelerimin İstanbul'a kayıtlı olmasını, kişiliğimin en büyük değerlerinden biri olduğunu, son 50 yılımda, ırzına geçilen güzel İstanbul'umun perişanlığından sonra anladım.

Çocukluğumda ve gençliğimde, Koska'da, Beyazıd'da, Aksaray ve Laleli'de gezerken, Başbakan Adnan Menderes'in müthiş çabalarını büyüklerimden duyar, yıkılan binaların, kesilen ağaçların, katledilen tarihi eserlerin farkına varmaz, içimden "bu ne reformist bir adam" derdim.

Sonra okudukça ve gezdikçe, Paris'i, Londra'yı, Roma'yı ve diğer Batı kentlerini gördükçe, Menderes'in İstanbul'un katili olduğuna ve bu göç denen olayın başmimarı olduğuna inandım.          

Dünya kibarı, zarif insan ve vatanperverliğindan asla şüphe etmediğim bu mükemmel politikacı, bu güzel şehre, hangi kafa ile, hangi uzmanlar ile, hangi mimar ve mühendisler ile  kıymış, hangi çevreci ile yazık etmiş… Hiç mi akıllı bir adam, buna dur dememiş…

Bakırköy'ü, Çekmece'si, Etiler'i, Maslak'ı, Merter'i, Bağcılar'ı, Gaziosmanpaşa'sı, Bayrampaşa'sı ve daha birçok semti bomboş dururken, buldozerleri tarihi kentin ortasına yönlendirip, yalnız evleri yolları yıkmamış, tarihi de birlikte yıkmış, yok etmiş.  Çok yazık...

İstanbul, şimdi onun yanlışlarının cezasını çekiyor. Yalnız yıkım mı? Menderes’ten sonra gelen para  için gözü dönmüş 3-5 çıkarcı işadamının dolduruşuna gelip, kitle ulaşım araçlarına, metrolara, deniz ve tren yollarına sırtını çevirip, karayollarına olağanüstü ağırlık vermiş, muhalefet dahil cahiller,  bu politikayı alkışlamış. Ondan sonra da, birçok ünlü zengin servetine servet katmış. Hem de bu ülke için ne denli fedakârlık ettiklerini, söyleye söyleye…

Müteahhitler çirkin çirkin binaları bir karış yeşillik bırakmadan dikmişler. Hâlâ öyle değil mi?

Vallahi hırsımdan bir karnım daha olsa, yırtacağım…

Tanrı bunların cezasını verdi mi vermedi mi bilmiyorum. Ama ben öbür tarafta önce onların yakasına yapışacağım. Bakalım, paraları kefenin neresine koydular (!)

Eskiden Bostancıbaşı İstanbul’a gelenleri kontrol eder önce  fizyonomisine bakar, it suratlıları  içeri almazlar, nurani yüzlü ise yol verirlermiş.

Kadı mühürüyle, mühür senedi olmayanı bu şehre sokmazlarmış. İşte şimdiki Bostancı semtinin adı oradan geliyor. Yani Bostancıbaşı’dan..

Şimdi İstanbul’da yaşayanların suratlarına bakıyorum. Nuranisi az, şeytanisi çok...

Hadi fazla günaha da girmeden bu konuyu kapatalım . Hayranlık duyduğum bazı yazarların ve dostlarımın bu konudaki hissiyatlarını size aktarayım…

Önce yine İsmail Habib Sevük Hocam'dan :

İsmail Habib Sevük bakın ne diyor. Sakın şiir sanmayın, o düz yazıdır, yani nesirdir, ama mesleğimizde ne kalemler varmış, okuyunuz. Ne hazin ki, bu kalemleri bilmeyen, okumayan, tanımayan aydınlar var, öğretmenler var. Üzülmeyin, gazeteciler de var.

"Fakat bugünkü İstanbul nedir?  Bütün o sanat  güzelliklerini daha iyi meydana çıkarmak için ne gerekirse onu yapacaktık, dünün şerefi bizimdir diye.. Halbuki biz ne gerek değilse, onu yapmışız,  şerefimiz meydana çıkmasın diye.

Eskideki çürüyüşle, öğünüşü ayıramadık. Eskinin çürüğünü atıp, yeniyi koymak yerine, yeninin çirkinini alıp, eskisinin öğünüşü üzerine saldırttık.

Yenicami, Ortaköy'le karşı karşıya görüşsün diye yaratılmıştı hiçbir kısmet olmayan o mermerden şi'ri en kaba yapılarla boğduk.

Yapılan sanata bak, övün; sanata yapılana bak, utan…"

En son cümle nasıl… Acaba utanan var mı ?

Ve aynı yazardan "Allah, Allah" dedirtecek bir cümle daha:

"Hangi kara parçası Sarayburnu gibi bir yanına dalgın Haliç'i, bir yanına yaygın Marmara'yı, karşısına da kıvrak Boğaziçi'ni alarak; yedi tepeli İstanbul'u arkasına takıp, suları yara yara Boğaz'a gidiverecekmiş gibi, duruşunda bile yürüyüş hissi veren bir canlılık gösterebilirdi ?"

Evet, bu kara parçasını halkımızla, belediyelerimizle, hükümetlerimizle parça parça ettiğimiz yetmedi, "yürüyüş hissi veren canlılığını" kefenine sarılmış ölüye döndürdük…

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
ENGİN KÖKLÜÇINAR Arşivi