ENGİN KÖKLÜÇINAR

ENGİN KÖKLÜÇINAR

BABIÂLİ GEMİSİNDE BECERİKSİZ KAPTANLAR...

Selami Akpınar Hocam, ben bu bölümü yazarken 89 yaşındaydı. Basın Şeref Kartı sahibi
olmasının yanı sıra, Babıâli’den gelen geçen her gazetecinin gönlünün de sahibiydi...
Kendine özgü kahkahası, her olaya yakıştırdığı güzel fıkraları, esprileri ve mandolini ile hepimizi
etkilediği gibi, beni de etkilemiştir. Her anlatımımın sonuna bir şeyler katmayı, belki de Selami
Hocam’ı taklit etme hevesinden edinmişimdir.
Babıâli Gemisi’ne beni bindiren O’dur.
Ne çare, kimileri lüks, kimileri 1. ve 2. mevkideki koltukları kaparken, bizi makine dairesine
attılar, ağzımızı açmadık. Hiç şikayetçi değilim, gemimi çok seviyorum.
Babıâli Gemisi’ni, hırçın denizde bile kuğu zarafetiyle kullanan kaptanları gördüğümde, nasıl
gurur duyuyor, imreniyorsam: süt liman havada, gemimizi karaya oturtan beceriksiz kaptanları
gördüğümde de çımacı olduğuma şükrediyordum.
Bir daha dünyaya geldiğimde, “yine Babıâli Gemisi’ne biner misin?” diye sorduklarında, hiç
düşünmeden “evet” derim. Fakat bir şartla, aşağıda anlattığım fıkrayı, gemimize her binen
yorumladıktan sonra...
Gemi kaptanı her akşamüstü küpeşteye çıkıyor, odasından binbir itina ile getirdiği küçük
mücevher kutusunu boynunda hep asılı duran anahtarı ile açıyor. Kutunun içinden sararmış küçük bir
kağıt parçası çıkartıyor, okuyor okuyor, uzaklara bakıyor, yine okuyor. Sonra aynı kağıt parçasını
kutuya yerleştiriyor, yine aynı özenle kutuyu kilitleyip, yerine götürüyor. Hiç aksatmadan her
gün bu işi yapıyor. Başta tayfalar olmak üzere herkes merakta. Aradan yıllar geçiyor. Kaptan ölüyor.
Bütün gemidekiler daha adamcağızın ölüsünü denize atmadan, mücevher kutusunu bulup, kaptanın
boynundaki anahtarla açıyorlar. Yine aynı kağıt, çıkarıp okuyorlar: Ne yazsa beğenirsiniz:
“Sağ taraf sancak, sol taraf iskele...”
Bu fıkramı, arif olanlar anlamıştır. Anlamayanlara, anlayanlar anlatırlar.
Babıâli Gemisi’nin kolay kolay göremeyeceği bu asil İstanbul Beyefendisi Hocam’ın, harika
fıkraları ve bir o kadar da, güzel anekdotları vardı. İzin verirseniz, bunları dilimin döndüğü, daha
doğrusu kalemimin gücü kadar anlatabileyim:
Önce “Makbule geçti”...
Elif Naci (Gazeteci-Ressam) ile Fuat Duyar (Eski Vatan Gazetesi’nin İstihbarat Şefi)
Divanyolu’nda bir kıraathanede pencerenin yanındaki masaya oturup, kahve içiyorlar. Bu sırada Elif
Naci, Amerika’dan gelen purolardan 1 tanesini Duyar’a veriyor. “Kahveyle keyif yapalım” diyor.
O günlerde Elif Naci Sultanahmet’te oturan elit bir ailenin kızıyla (Makbule adlı) söz kesmiş
yakında nişanlanacaklar.
Neyse Fuat Duyar kahveler gelince büyük zevkle purosunu yakar, bir-iki nefes alır ve Elif Naci’ye
minnetlerini sunmak için: “makbule geçti” der. Der amma, “makbule geçti” sözünü işitir,
işitmez. Elif Naci adeta pencereden fırlayacak gibi “Hani nerde, nerden geçti” der, paniğe kapılır. Sanır
ki sözlüsü, Makbule yoldan geçiyor.
Bir başkası:
Selami Akpınar Hocam’ın doktor olan oğlu Hüseyin ilk zorunlu görevini Hakkari’de
yapmış ve o yıllar doğan çocuğuna Fırat adını koymuş. Yıllar sonra tayini Edirne’ye çıkan aile burada
da bir erkek çocuğa sahip olmuş, o’na da bu yöreyi çağrıştıran Meriç adını koyunca, Akpınar Hocam
dayanamamış “3. çocuğa sahip olursanız, onun da adını bari Sakarya koyun” demiş.
Çok hoş değil mi? Devam ediyorum:
Selami Akpınar Hocam, yakın bir arkadaşının kızına bir gazetede iş bulmak için çaba gösteriyor.
Ancak iş bulamıyor. Çok gergin ve yoğun olduğu bir gün Cumhuriyet Gazetesi’ni arıyor. Telefona çıkan
kıza “Cumhuriyet mi?” diyor. Kız “Hayır” deyince, Selami Hoca “Özür dilerim, yanlış oldu” diyerek
telefonu kapatmaya çalışıyor. Ancak santraldeki kız “Olsun, konuşalım, hem isterseniz pastaneye

2

gidelim, görüşelim” diyor. Akpınar şaşkın şaşkın reddediyor amma, jeton düşüyor. Meğerse kendi
evini çevirmiş ve karşısındaki karısı...
Ve enfes bir Amerika macerası...
Selami Akpınar Hocam yine bir Amerika gezisi sırasında New York Metrosuna iner ve jeton
almak üzere kuyruğa girer. Sırası geldiğinde gişe memuru zenci bayana “My Lady” (Kraliçem, Leydim,
Prensesim) ön girişi ile Colombia Üniversitesi’ne gitmek için hangi metro aracına bineceğini sorar.
Bu hitap tarzından çok hoşnut olan zenci kadın, kuyruğa aldırmadan gişeyi kapatır
Selami Hoca’nın koluna girerek “Come here my honey” (Benimle gel, balım, şekerim, tatlım) diyerek
hocayı bineceği metro aracına kadar götürür.
Ve böylece Hocam, aradığı yeri kolayca bulur.
Şimdi de yayınlanan anılarında, İsmet Paşa ile olan hikayesini, hem İsmet Paşa’nın müthiş
zekası, hem de Selami Hocam’ın hayranlığı açısından okumanız için size sunuyorum:
“....Belirlenen saatte hep birlikte parti merkezine gidildi. Toplantı salonunda başta İsmet İnönü
olmak üzere Prof.Nihat Erim, Kemal Satır ve Bülent Ecevit’le birçok partili yerlerini almıştı. Gazeteciler
salona girdiklerinde İnönü onları ayakta karşılamış ve yanındakileri tanıtmıştı.
Kısa bir sohbetten sonra biri kadın, on İngiliz gazetecisi, kendilerine hazırlanmış olan
kanepelere oturmuşlardı.
Ev sahibi İnönü, partililerinin önünde bir koltukta yer almış, yanındaki bir koltuğa da İngilizce-
Türkçe çevirileri yapacak olan Bülent Ecevit yerleşmişti.
İngiliz gazetecileri sorularını soruyorlar, Bülent Ecevit de bunları Türkçeye, İnönü’nün verdiği
yanıtları da İngilizceye çeviriyordu. Bir ara İnönü’nün bir soruya verdiği yanıtta Arapça “Kuşku
uyandıran, kuşkulu, şüpheli” anlamında (Meşkûk) sözcüğü geçmişti. Ecevit bir an durakladı, anlaşılan
bu sözcüğün İngilizce karşılığını birden bulamamıştı. Çevresindekilere sordu. Bu arada ben de
düşündüm ama “Meşkûk” sözcüğünün İngilizce karşılığını birden bulamadık. Ortada bir fısıldaşmanın
geçtiğini sezen İnönü, Bülent Ecevit’e dönerek, “Ne oluyor, ne oluyor?” diye sordu.
Ecevit, “Paşam” dedi, “Verdiğiniz yanıtta geçen meşkûk sözcüğünün İngilizce karşılığını birden
bulamadık !..”
İnönü şöyle bir düşündü sonra hemen, “Equivocal (ekivokal) equivocal” dedi. İki anlamı olan
“Kaçamaklı, müphem, kuşkulu” demekti.
Ve Ecevit bu yanıt üzerine, cümlenin İngilizceye çevirisini tamamladı.
Beni bir merak almıştı. İngilizce-Türkçe Redhouse sözlüğüne baktım, orada “Meşkûk”
sözcüğünün karşılığının, İnönü’nün dediği gibi yazılı olduğunu gördüm.”
Mandolininin sesine, espirileri ve hoş kahkahası karışan Hocam’a kabir rahatlığı diler, nurlar
içinde yatmasını temenni ederim.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
ENGİN KÖKLÜÇINAR Arşivi