Yolcu / PANTOLON ... (2)
Uzatmayalım; horoz öttü, müezzin ''Namaz uykudan hayırlıdır!'' dedi; sabah oldu...
Gün karardı, akşam oldu. Tekrar sabah oldu.. Öğleden sonra semtimizin ağır terzisine gittim. Kumaşı tezgaha koydum. Karısı ;
-Çağırayım abi ,dedi. Telefon etti:
-Hemen gel.Abi geldi,dedi.
Bu ''Hemen gel. Abi geldi.'' sözü bende iyi bir algı bırakmadı. Duruma bakılırsa uzun süre hakkımda konuşulmuş , karar gerekçeli olarak tezgaha konulmuştu..
Böyle düşünürken, terzi içeri girdi. Gözleri mercimek tanesi kadar küçük , feleğin sillesinden geçmiş, hesap kitap adamı olduğu her halinden belli şişmanca bir adamdı. Seksenlere merdiven dayamış görünüyordu.Ununu elemişti ama eleğini asmaya niyeti yoktu. Hesabı hanımı değil, kendi kesiyordu. Kırk yıllık bir tanıdık gibi beni kafa kola aldı;
-Ooo, hoşgeldin hemşerim,dedi sesi titreyerek...
-Hoşbulduk, dedim.
- Kumaşlar nerede ?..Kumaşları ver,dedi.
Ben her ihtimale karşı iki kumaşı iki ayrı poşete koymuştum. Fiyat uygun olmazsa sadece birini verecektim.. Erken davrandım:
-Kaça yapacaksın hemşerim ! dedim.
Terzi duymamazlıktan geldi. Gözü elimdeki diğer poşetteydi.
-Kolay ! Hele sen diğer kumaşı da ver ,dedi.
''Kolay'' kelimesi bu durum için pek manidar olmamasına rağmen ''diğer kumaş'' nasıl olduysa,poşetten çıktı ,tezgahın üzerine atlayıp,yayılıverdi.
Kumaşı iştahla okşayan ustanın ,burun kanatları heyecanla titredi.Gülerek ağzını büzdü. Elini sürdü ,okşadı, avuçladı. Sonra kararını verdi,kumaşı toplayıp tezgahın altında bir yere attı.
Sonra boynuna atmış olduğu şerit metresiyle bacağımı, baldırımı, basenimi, göbek çevremi velhasıl her yerimi ölçtü. Yetmedi,tahta cetvel ile izdüşümümü aldı. Ölçüler hanımı aracılığıyla defterde kayda geçti. Defterin aynı sayfasına telefon numaram da kaydedildi.
Bu iş de bitince arada bir boşluk oldu,terzi mercimek gözlerini üzerime sabitledi ;
-Çay söyleyeyim hemşerime! dedi. Kıvrandım:
-Akşam çay olmaz usta ,dedim. Kaça dikeceksin sen onu söyle! dediğimde ciddileşti.
Yeşilçam' a çok hizmet ettiğini anlatmaya başladı.
Hikayesine göre atmışlı yıllarda Beyoğlu'nda başlamış terziliğe. Meşhur bir tüccar terziymiş o zamanlar...Burada ünlü kişilere çok takımlar dikmiş... Yaşlanınca takım dikmeyi bırakmış, pantolona başlamış... Dükkanı buraya taşımış... Hikaye oldukça uzundu...
Noktayı koyunca , gene sordum:
-Borcum nedir usta ? Terzi;
-Borcun... borcun... Borcun yüz elli lira olur değerli hemşerim , deyince, tansiyonum fırladı.
-Ne? Ne yüzellisi?.. Üsküdar'da elli lira dediler ben yaptırmadım... diye tepki verdim.
-Sayın hemşerim, bana ne kalacak ki bundan otuz kırk lira kalır kalmaz,dedi.
-Bir pantolon mu yüzelli lira? dedim.
-Tabi ,bir pantolon! dedi...İstersen para verme...Bana bir şey kalmayacak ki...
Uzatmayayım. Adam pantolonu başkasına diktirecek ,kendisi de komisyonunu alacaktı.
Böyle usta seramoni karşısında ne yapabilirdim ki?.. Yorgundum. Teslim oldum...
Karı-koca terziyi geride bıraktığımda semtimize yağmurlu bir akşam çöküyordu . Bir takım yorgun ,kederli ve ıslanmış insanlar başları eğik evlerine gidiyorlardı.
Yorgun ve kederliydim.Üstelik inceden inceye yağan yağmurda ıslanıyordum.Pazarlık yapamamıştım ve A ve B planlarım suya düşmüştü.
Kendi kendime, bir daha bu terziye kumaş getirirsem arap olayım, dedim.
Hiç bir yazımı beğenmeyen,beğenmemekte ısrarlı kadim arkadaşım Muzaffer , varsın gene ağzını büzsün, yazımda derinlik bulmasın, küçümseyerek şöyle bir bakmakla yetinsin, vallahi olay böyle oldu...
(Bitti)