CEMAL KARABAŞ

CEMAL KARABAŞ

Yolcu KADİM BİR ARKADAŞ...

Arkadaşlığımızın üzerinden neredeyse yarım yüzyıl geçmiş...

Şiddetle merak ediyordum: Gelecek miydi?

Yeni görev yerimde arkadaşımın ziyaretini umuyordum: Kadim dostum hayırlı olsuna

gelecek ; gelirken de atalarımızın o güzel adeti üzere bir hediye getirecekti...

Mesela bir arkadaşım bana hayırlı olsuna Nejat Muallimoğlu’nun Türkçe Bilen Aranıyor

kitabıyla geldiğinde çok sevinmiştim...

İçimden bir ses :

- Eşantiyondan son kullanma tarihi geçmiş ,defolu bir kitap getirebilir! veya

- Hiçbir şey getirmeyebilir!

Her türlü ihtimali göz önüne aldım.

Merakım ; vermek keyfiyetiyle ilgili sorunu olan arkadaşımın ağırdan alan insani hallerini

görmekti. Bu fırsatı kaçırmak istemiyordum. Bir arkadaşına çay ısmarlama hususunda dahi

ciddi tereddütler geçiren kadim dostum bakalım bu badireden nasıl sıyrılacaktı?

Beklentimi icra safhasına koymak üzere bir plan yaptım.Hal hatır sorma bahanesiyle telefon

açtım; -Neredesin?” demesini bekledim.

-Neredesin? dedi

-Buradayım, bu şehire geldim ; tayinim çıktı! dedim.

Burnundan gelen iniltiye benzeyen bir sesle, bir sen eksiktin, der gibi, -“Hım... demek

şehrimizde işe başladın?” dedi...

Bir ara geleceğini söyleyerek telefonu kapattı. Bu “bir ara” gelmeyebilirim, demekti.

Bir Köroğlu bir Ayvaz’dan müteşekkil aile, çocuklarını okutmuş,iş güç sahibi etmiş ve

yuvadan uçurmuştu! Emekliydiler.

Kısacası bekliyordum; altı aydır göreve başlamıştım. Ancak bu arkadaşımın ne kendisi, ne

de gölgesi Beşiktaş çarşısı civarına düşmüştü.

Tekrar telefon ettim; hatırlattım. İşyerimi bulamayacağını bahane ederek, ''kartal

heykelinin'' önünde randevu verdi. Oysa civarda bir sürü heykel vardı.

Aksilik randevu günü işim çıkınca başka bir güne kaldı.

Aradan bir kaç ay daha geçti. Arkadaş ortada yoktu!

Telefon açtım. Önerisi pazar günü tarafsız bir bölgede (!), bir “AVM” de buluşmaktı.

Kolu kollu kumar makinaları gibi yediden yetmişe herkesin cebini boşaltan çağın bu

gürültülü ve acımasız devlerinden hoşlanmasam da önerisini kabul ettim.

Beni AVM'de uluslararası bir kahve zincirinin küçük bir halkasında bekleyecekti.

Pazar günü sabah randevu yerine gittim. Anladığıma göre arkadaşım bana bir çay veya

kahve ısmarlayarak bu işten ucuza kurtulmayı planlamıştı.

Çevreme baktığımda küpeli bir gencin yanındaki esmer bombayla cilveleşip kahve içtiğini

gördüm.Saçtan nasipsiz bir ceo tipli orta okka bir adam ,kahvesini bitirmiş yanındaki

sarışına ciddi ciddi bir şeyler anlatıyordu. Zayıf garson gözlerini bir noktaya sabitlemiş

öylece donakalmıştı.

Civarda bu ve buna benzer hadiseler cereyan ederken okuduğum gazetenin köşe yazarı

beni Suriye kanlı haberlerin içine çekmeye çalışıyordu.

Aradan hayli zaman geçti.Arkadaş halen ortalıkta yoktu...Oysa ben onu randevularına

dakik biri olarak biliyordum.

Telefon açtım. Meğerse randevu yerinin başka bir AVM imiş. Bu ilginç bir şaşırtmacaydı!

Bir kaç kilometre yürüyerek doğru AVM binasına geldim. Tarif ettiği yeri buldum. Burası bir

yayınevinin kitap satış yeriydi.Burada küçük bir cafe vardı.

Arkadaşı beklediğim gibi buldum. Yirmi senedir ne yemiş ne içmiş kasasını ve kılıfını olduğu

gibi korumuş,hatta o hafif kahkahasına bile halel gelmemişti.

Ben gelene kadar cafedeki bir çok gazeteyi bedavadan okumuş, yeme ve içmeye dair bir

harcama yapmamıştı. Tost yapan tezgahtara bakarak bir su istedi. Bana dönerek;

-Ben kahvaltıyı geç yaptım. Sen tost ister misin ? dedi.

-Ben tost sevmem,dedim.

Laf lafı açtı. Projelerinden bahsetti. Tercihi olan gazeteden küçük alıntılar yaptı. Iş siyasete

geldi. Elimdeki gazeteyi görünce;

-Çok değişmişsin,seni bu gazeteyle görmek! Hayret! dedi.

-Değişmek hayatın kanunu ! dedim.

Oysa kendisi geçen yarım yüzyıldaki çağın altüst oluşunu sorgulamamış, gazetesini bile

değiştirmemişti. Okuduğu yabancı gazetelerde bizim gibi siyaset konuşulmuyormuş. Bizde

ise gidiş kötüye doğru imiş.vs..

Komşularla diyalog nasıl ? dedim. Komşularını tanımıyorlarmış. Tanıdıkları bir kapıcı imiş.

Büyük düşünür Eflatun’un diyaloglarına benzer bir miktar diyalogdan sonra zaman geçti ,

öğle oldu.

Dostum, bir kaç saattir içe içe bitiremediği bir şişe suyun parasını verip ayağa kalkarken lafı

su fiyatlarına getirdi. Dediğine göre civardaki lokantalarda bir şişe su 7 liraymış...

-Ne 7 lirası, 14 lira! Yakınlarda lokantaya gitmemişsin galiba?dedim.

Şaşırmadı.''Bu hükümetten başka ne beklenir ki?..''derken aslında sizin gibilerden ne

beklenir ki? demeye getirmişti. Usulen tost teklifinde bulundu,ben ;

-Lokantayı tercih ederim dedim. Kalktık. AVM’ den dışarı çıktık. Devasa yapının yanında ne

kadar da küçücük kalmıştık!..

Burayı yapanlar ne kadar para harcamışlardır ,düşünüyordum . O bir kaç adım attıktan

sonra ;

-Benim hiç yiyesim yok! dedi. Bu işten sıyrılmak için kıvrandığını hissettim. Yol verdim;

-Benim de hiç iştahım yok! dedim. Doğrusu arkadaşım bu ziyaret-hediye -davet

badiresinden ucuza kurtulmuştu. Ben de merakımdan kurtulmuştum!

Tersine doğru; o kendi yönüne doğru yürüdü, ben kendi yönüme doğru yürüdüm...

Dönüp baktım; halen dev gibi duran AVM ‘den uzaklaşan kadim dostumun görüntüsü

ancak bir kıl kadar kalmıştı...

<