CEMAL KARABAŞ

CEMAL KARABAŞ

" YAĞMUR YAĞDI, DELİKLER TIKANDI !

Rahmetli babaannem yaş yaşamış, gün görmüştü. Bir asıra yaklaşan ömrüyle  İmparatorluğun çöküşünü,   Cumhuriyetin kuruluşunu  yaşamıştı.

O iki rejim arasındaki bitmemiş  bir hesaplaşmanın  tarafıydı. 

O ,  imparatorluk topraklarının doğudaki dağlık bir kesiminde doğmuş, hayat bilgisini , ilhamını birbiri ardınca devreden günden , küllenen ocaktaki yıldızları   karanlık gökyüzüne serpiştiren geceden,  birbiri ardınca değişen mevsimlerden,  almıştı. 

Bilgileri dolaysız ve netti. Yaşayarak öğrenmişti. 

O, şaşmaz ilahi sistemin ve yaratıcısının  farkındaydı. 

Onlar babaları harbe  gidip bir daha dönmeyen bir neslin yetimlerindendi. Ana yok, baba yok olunca küçük kız kardeşiyle amcasının koltuğuna sığındılar.

Minicik elleriyle  iki küçük kız kardeş ,  çalı süpürgeleriyle ahırda ineğin altını silip süpürdüler, hayvanları yemlediler,  sütlerini sağdılar.  Ektiler,biçtiler, topladılar.   

Bez bebekler yaptılar. Küçük bez parçaları için büyük kavgalar yaptılar. 

Nihayetinde yetimler büyüdü, genç kız oldular.  Küçük kız  aşağıdaki köylerden birine gelin  gitti. Babaannemi  de uzak akrabadan biriyle dedem ile  evermişler. 

Babaannem, yüreği  bir kaynak suyu kadar temizdi, dedem de öyle. 

Onların evliliği için “tencere yuvarlanıp kapağını bulmuş” denemezdi ama güzeller güzeli babaannem, bir ayağı çocukluktan felç , içli türküler söyleyen sanatçı ruhlu dedemin kalbini çalmıştı. 

Genç karı koca yataklarını yorganlarını bir hayvanın sırtına denk ederek Malatya’ya , şehere inmişler.  Dedem ,Yeni Camii önünde , iğne , iplik, örs ve çekiçten ibaret  ekmek teknesinde  köylülerin ayakkabılarını tamir ederek hayatını kazanmaya başlamış. 

O zamanlar büyük harplerinin sisinde yaşamak elbette zordu. Onlar yaşamaktan vazgeçmediler. Zorluklardan pes etmediler. Allah’a isyan etmediler. Dedemin türküleri hüzünlü ama umut vericiymiş.  Dövüşerek ,barışarak yaşamışlar.

Babaannem ne kadar uçarı , kavgacı, tepesi attı mı ana avrat düz giden biri  idiyse,  dedem de  bir o kadar ağır bir delikanlıymış.

 Aradan zaman geçmiş.

Dedem bir gün sağlam ayağı üzerine dikilip nenemden koltuk değneğini istemiş ; “ Kalk avrat gözüm görür iken gideyim , oğluma kız isteyim, evereyim”  demiş.  Elazığ'ın bir dağ köyünde yaşayan baldızının evine gitmiş. Allah'ın emri Peygamber’in kavli ile annemi istemiş. Gelini  alıp şehre gelmişler.

Hak vaki olup vade tamam olunca dedem genç denilebilecek bir yaşta kırk yedi yaşında  terki dünya eylemiş.

O zaman babam mensucat fabrikasında  işçiydi.  Dedem rahmete kavuşunca babam, annem, babaannem, ilkokul ikide okuyan amcam, rahmetli ablam ve henüz kundakta olan ben  şehirde hayat hikayelerimizi yazmaya devam etmişiz.

İki dünya savaşının yokluk ve yoksulluğunu yaşayıp asla başını yere eğmeyen ailesiyle babaannem, sarsılmaz  mücadele gücüne sahipti. Mahallede tandır ekmeği yapardı. Tarlada ekin derermiş.  Onun için dünyanın bir pul kadar hükmü yoktu. 

Yemez bizlere yedirir, içmez bizlere içirirdi. Bir sürü kedisi vardı.  

Aile bağlarımız çok güçlüydü. 

Babaannem , annem Türkçeyi şehirde öğrenmişler. Anneannem ise şehre inmediğinden öğrenememişti. Babaannem, babam, annem  müthiş zekalarıyla  Türkçeyi  çok güçlü olarak kullandılar.

Velhasıl Babaannem  cesurdu, korkusuzdu;  gözünü budaktan sözünü dudaktan  sakınmazdı. 

Çünkü onun geçmiş ile bitmemiş bir hesabı vardı. Köydeki topraklarını amcazadesi gasp etmişti.  Şeriata rağmen bölgede kızların miras hakkı yoktu. Gelenek buydu ama o hiçbir zaman bunu kabul etmedi. Mahkemede dava etmedi ama haksızlığı da haykırdı.

Rahmetli babaannem yetim malı üzerine yatıp, sureti haktan görünmeye çalışanlara karşı;  “yağmur yağdı delikler tıkandı ! ”tesbitini yapar, üzeri karartılan hesabın  bir gün mutlaka sorulacağını ihtar ederdi. 

<