VATAN CADDESİNDEN ...
Fatih'in çarpık- çurpuk sokaklarını, sokaklardaki eciş bücüş binalarını, binalarındaki evlerini, evlerin karanlık bodrumlarını, bodrumların üzerindeki küçücük eski zaman dükkanlarını, köşebaşlarını tutmuş iddialı tabelalarıyla temizlik ve tad vaad eden bir kaç lokantayı geçtim.
Küçücük bir elektrikçi dükkanının vitrinindeki allı morlu ışıklar, ucuz tasarruflu ampuller göz kırptılar...
Aşağıya, caddeye doğru yürüdüm. Belediyeye ait bir kaç güvenlikçi,yorgun bezgin esnediler.Önlerinden geçip caddeye indim. Vatan Caddesi ,otelleri,palmiye ağaçları, bir aşağı ,bir yukarı giden fersiz kalabalığıyla gün geçiriyor...Renk renk insanlar...Çarşaflı çarşafsız, mantolu mantosuz, kadın erkek, yerli yabancı...
Korkunç trafikten başım döndü. Karşı kaldırıma geçmekten vazgeçtim. Yürüdüm, daha önce siste içine girip adres sorduğum ıssız büfeyi aradım. Ne büfe ne de büfeci yerindeydi. Yerinde yeller esiyordu...
Koyuverdim kendimi... Bir otelin önünde türbanlı iki genç Suriyeli kadına teğet geçmişim. Biri ana diğeri kızı gibi. Saati sordular. Saate baktım.Saat 17.17 idi.Yürüdüm.
İki Suriyeli kadın arkam sıra yetişip '' beş lira versen yemek...''deyince ne yapacağımı şaşırdım. Çıkarıp beş lira verdim.Utanıp yüzümü yere eğdim.Koşar adım oradan uzaklaştım...
***
Yusuf Paşa Camii önünden karşıya geçip Aksaray'a, oradan Longa bostanları yönüne doğru yürüdüm. Yenikapı'dan Marmaray ile Üsküdar'a geçeceğim...
Önümde genç bir kadın yürüyor, kıvırcık, kumral saçlı. Kareli bir pantolon giymiş. Sırtında alelade bir mont... Yürüyüşü kararsız, acemi, ayakları birbirine dolaşıyor, diye düşündüm...
Yüzünü dönüp gülümsedi .Yüzü apak, temiz ve pürüzsüzdü. Orta boylu, otuz otuzbeş yaşlarında bir kadın...Beni bekliyormuş gibi biraz da mahcup ;
-Gelecek misin? diye sorunca ben kadına ;
-Hayat nasıl gidiyor,dedim. Kadın kırgın ,kızgın içini döktü ;
-Nasıl gitsin,hayat zor... Evde bir çocuk...Yüz yirmi lira istedim. Adam kırk liraya olmaz mı ,dedi...Olur mu kırk lira ... Bir kere elli lira eve/otele veriyorum... Olur mu hiç, dedim...
Sonra durup başını eğdi, bende bir ışık görememişti.Yanım sıra yürüyen kadın ani bir kararla ;
-Neyse... Belli ki sen de gelmeyeceksin. Ben döneyim, dedi. Döndü gitti. Bir çocuğuyla ortada kalmış bir kadının özetinden utandım,yüzümü elimle kapattım. Marmaray'a doğru koşar adım yürüdüm.
Marmaray'da oturanlar, ayakta duranlar, memurlar,memureler, öğrenciler,gençler yaşlılar¸en çok da kadınlar dikkatimi çekti. Yorgun günün ardından yüzlerindeki boyalar akıyor, özenle sürdükleri ojeler artık parlamıyordu. Renkler görünmez bir tül perdenin arkasında soluklaşmıştı...
Tren şimşek gibi bir hızla karşı kıtaya geçti. Üsküdar'da indim. Meydana yeni kaldırım taşları yığılmış. İşlerine devam eden tuhaf mahlukatlardan iş makinalarını gördüm. Sarı renkli dolmuşlar ve sıraya giren yolcuları gördüm...
Dolmuş kuyruğunda beklerken meydanı seyre daldım...
Üsküdar meydanı her zamanki gibi; insanlar ve arabalar barış içinde ,bir arada yaşıyor, kimse kimseye kızmıyor,hatta sitem bile etmiyordu.
Mihrimah Sultan ile Yeni Valide Sultan Camiileri tam anlamıyla ortama hakimdi...
***
Soğuk bir akşam iniyor Üsküdar'a ; kederliyim...
Sayın Başkan , Sayın Başbakan... Sayın bakanlar ve milletvekilleri... Ve ilgili sayın bürokratlar ...
Ben vekilim, ben müvekkilim diyenler ...
Ben ağayım, ben beyim, ben dayıyım diyenler...
Efendiler, beyefendiler...Hanımlar hanım efendiler... Leydiler ve centilmenler...Amcalar , bey amcalar ... Analar ve babalar ... Amcamlar ve yengemler ...
Amirler ve memurlar... işçiler ve patronlar...Yargılayanlar ve yargılananlar...Adalet dağıtanlar ve adalet arayanlar... Zenginler ve yoksullar... Kumarbazlar ve kumar oynatanlar... İyi içki içenler ve iyi içki içemeyenler...
İstanbul'da yaşayıp denizi bilmeyenler ;
Malumuz olsun ki; bugün ben Longa Bostanlarına doğru inerken yolda, sokağa düşmüş, pantolonu kareli, yürüyüşü kararsız, kıvırcık kumral saçlı ,temiz yüzlü genç bir kadınla karşılaştım. Kadınla aramızda yukarıda dökümünü arz ettiğim kısa ve anlamlı bir diyalog geçti. Aynı şehirde yaşadığımız genç bir kadın vücudunu pazara arz etmişti; yüz yirmi liraya...
Malumunuz olsun ki , ey insanlar, kalın kara perdesiyle soğuk ve ağır bir akşam daha inerken İstanbul'a , pek hüzünlüyüm...