ENGİN KÖKLÜÇINAR

ENGİN KÖKLÜÇINAR

VAH VAH NE OLDU DA BU HALLERE DÜŞTÜNÜZ...

Bu politika işi herhalde yalnız bizde çirkin değil, ileri ülkelerde de ağızları yanan var ki,

politikaya veryansın etmişler.

Yıllar önce kesip sakladığım aşağıdaki anekdotu hem sanatın yüceliği, hem de çirkinleştirilen

politikanın cüceliği açısından okumanızı istiyorum.

Piyanist ve bestekar Paderewski başbakan olarak 1. Dünya Savaşı’nın sonunda ülkesi

Polonya’yı, Paris Barış Konferansı’nda temsil etmişti.

Kendisini sanatçı yönüyle tanıyan bir yabancı diplomat, konferans sırasında bir gün

Paderewski’ye rastlayınca hayretle orada ne aradığını sormuştu. Paderewski iftiharla başbakanı

olarak ülkesi Polonya’yı temsil ettiğini söyleyince de muhatabı çok acımış ve üzüntüsünü şu sözlerle

ifade etmişti.

“Ya, vah vah! Ne oldu da bu duruma düştünüz?”

Ya, bir de İngiliz parlamenterlerin gaddarlığına bakın:

Sandöviçe adını veren ünlü kumarbaz ve parlamenter Earl Sandwich, parlamentoda John

Wilkes’le takışır:

“Sir, darağacında mı öleceksiniz, yoksa frengiden mi bilemiyorum.”

Wilkes’in yanıtı gerçekten güzeldir.

“Bu ilkelerinize mi, yoksa metresinize mi sarılarak öleceğime bağlıdır.”

Ve büyük hatip Churchill kürsüde konuşuyor. Muhalif partinin kadın milletvekili de devamlı

başbakana sözlü saldırıda bulunuyor. Milletvekilinin ise en belirgin özelliği, çirkinliği...

Churchill dayanamıyor; “Hanımefendi çok çirkinsiniz.”

Milletvekili de yanıtlıyor; “Siz de çok sarhoşsunuz.”

Churchill’in cevabı şöyle;

“Olsun hanımefendi ama ben yarın sabah ayılacağım.”

Nejat Muallimoğlu’nun “Hitabet” adlı kitabından almış olduğum üç politik anekdotu da burada

aktarmak istiyorum.

İlki, Stevenson’un rakip parti ile ilgili itirafları;

“Ben Cumhuriyetçiler’le bir pazarlık yapmak istiyorum. Eğer onlar Demokratlar hakkında yalan

söylemezlerse, biz de onlar hakkında doğruyu söylemekten vazgeçeceğiz.”

İkincisi;“Yine Amerika’da küçük bir çocuk babasına sorar: “Baba, bir ‘dönek’ ile ‘hain’ arasındaki

fark nedir?” Babası cevap verir: “Gayet basit, oğlum. Eğer bir Cumhuriyetçi, Demokrat Partisi’ne

geçerse o bir ‘dönek’tir; ama Cumhuriyetçiler’e katılan bir Demokrat ise, ‘hain’.”

Ve Üçüncüsü; Cumhurbaşkanı Theodore Roosevelt, bir seçim kampanyası sırasında kendisini

oldukça müşkül bir durumda buldu. İçkiyi biraz fazla kaçırmış bir vatandaşı, Cumhurbaşkanının

sözlerini kesiyor, laf yetiştirmeye çalışıyordu:

“Bana yutturamazsın, ben Demokrat’ım; beni aldatamazsın, ben Demokrat’ım.”!

Cumhurbaşkanı Roosevelt nihayet dayanamadı. “Sana bir şey sormak isterim, arkadaş,” dedi. “Niye

Demokrat’sın?”

Adam cevap verdi: “Çünkü benim büyük babam Demokrat’tı, babam Demokrat’tı, ve ben de

Demokrat’ım.”

Cumhurbaşkanı, “Pekala, arkadaş,” dedi, “bir an için farzedelim ki, senin büyükbaban bir eşekti;

baban da bir eşekti, sen o zaman ne olurdun?”

Sarhoş Amerikan vatandaşı, Cumhurbaşkanına cevap verdi: “Cumhuriyetçi.”

Şimdi de Hitler Almanya’sına gidelim mi?

Hitler 1933 yılında başbakan olur olmaz, ülkenin kaderini avuçlarına aldı.

Devlet Başkanı Mareşal Hindenburg’un etkisi kalmadı. Şekli görüşmelere devam ederlerdi.

2

Hitler, bu görüşmelerden birinde, Hindenburg’ dan ricada bulundu: “Mendilinizi bana hatıra

olarak verir misiniz?”

Mareşal şiddetle reddetti.

“Mümkün değil. Benim de burnumu sokabileceğim bir şey bulunsun.”

Ya bizimkiler, onlardan aşağı kalır mı?

Menas Efendi cesur ve açık sözlü konuşmalarıyla Meşrutiyet tarihimizin ilgi çekici

tiplerindendir.

Bir gün Bebek’teki Yusuf Kamil Paşa yalısında Mithat ve Şirvanizade Rüştü Paşa’lar birlikte

yemek yedikleri sırada Menas Efendi gelir. Gösterilen izin üzerine bir kenara oturur.

Paşalar çilek yerken Kamil Paşa:

“Çileği dalgınlıkla tuza batırıp yedim. Pek tatlı oldu.” der. Rüştü Paşa da çileği tuza batırıp

yedikten sonra Yusuf Kamil Paşa’ya yaranmak için;

“Gerçekten pek tatlı” demesi üzerine Mithat Paşa takılır;

“Menas Efendi işitiyor musun?”

Menas Efendi hemen cevabı yapıştırır.

“Çilek meclisinde zarar yoksa da Bakanlar Kurulu’nda da hep böyle oluyor.”

Özü bir, sözü bir Menas Efendi’den bir tane daha.

II. Abdülhamit devrinde Milli Eğitim Bakanı olan Münip Paşa’yı eski arkadaşlarından Menas

Efendi de kutlamaya gelmiş. Tebrik ve teşekkürlerden sonra kahveler içilmiş. Münip Paşa, eski kalem

arkadaşı Menas Efendi’yi çok severmiş. Odadakilere Menas Efendi’yi tanıtmış;

“Menas Efendi, benim kalem arkadaşımdır. Dışişleri tercüme odasında beraber

bulunduk. Ben paşa oldum, o hâlâ efendidir. Çektiği dilinin belasıdır.”

Menas Efendi cevap vermiş;

“Evet Paşa doğru söylüyor. Çektiğim dilimin belasıdır. Ancak bu belayı yalnız ben çekiyorum.

Bakan Paşaların, Padişahımıza doğruyu söylememelerinin cezasını ise 36 milyon halk çekiyor.”

Ve çok partili hayatımızın renkli simalarından DP’nin kurucusu ve Dışişleri Bakanımızdan bir anı;

Prof.Dr. Fuat Köprülü ile öğrencisi Nihat Sami Banarlı’nın ilginç diyaloğu:

- Hocam on yıl ilim âleminden ayrıldınız. Politika ile uğraştınız. Bu memleketin ilim hayatı için

büyük kayıptır.

“Nihat, oğlunun elinden tutmuş tertemiz kıyafetle gezmeye gidiyorsun. Köprüden geçerken

oğlun elinden kaçtı ve çaya düştü. Hemen atlarsın, elbisem ıslanmasın diye düşünmezsin değil mi?

İşte ben bunu yaptım.”

Bunlar değil elbiselerinin, ellerinin bile ıslanmasını istemiyorlar...

<