ÜSTÜ KALSIN Refik Erduran'ın 'Paşa' Sırdaşı
İSKENDER ÖZSOY
Geçen hafta Edirne’de vefat eden gazeteci ve oyun yazarı Refik Erduran, iki mesleğindeki başarılarıyla adından sık sık söze ettirmesinin yanı sıra uzun yıllar bir sırla sırdaş olarak yaşadı.
17 Haziran 1951 tarihinde Nâzım Hikmet’i Plekhanov gemisiyle Romanya’ya kaçıran Erduran, bu kaçış için bir amiralden bilgi, bir anlamda yardım aldı.
Ama o amiral Refik Erduran’a niçin bilgi verdiğini uzun yıllar bilmedi.
Erduran da bu sırrı yıllarca sakladı.
O paşa zamanın Kuzey Deniz Saha Komutanı amiral Münci Ülhan’dı. Münci Paşa, Refik Erduran’ın annesi Fatma Refika Hanım’ın dayısının oğluydu.
Nâzım’ı kaçırdığı günlerde Tuzla Piyade Okulu’nda asker olan Refik Bey, “Münci Ağabey” dediği “Paşa”yla görüşmesini Gülerek/Gençlik Anıları (*) kitabında şöyle anlatmış:
“….
Hemen anneme yanaştım. ‘Münci Paşalara ziyarete gidelim.’ Biraz şaşırdı. ‘Neden?’ ‘Hiç, göreceğim geldi.’ Buluştuğumuzda Paşa’yla şundan bundan sohbet ettik uzun zaman. Ayrılacağımıza yakın, o anda aklıma gelmiş gibi. ‘Ha Münci Ağabeyciğim.’ dedim. ‘Benim başımda bir hikaye var. Aslında tam akıl danışılacak uzman siz sayılırsınız.’ Hayrola? ‘Amerikalı bir arkadaşım yazdığı senaryoyu yolladı. Orada filme çekilecekmiş. Stüdyo titiz. İçinde olmayacak bir şey bulunmasın diye dikkatli davranıyor. Arkadaşım da benden görüş istedi.’ Nedir konu? ‘Kaçakçılar İstanbul’dan Burgaz’a sürat motoruyla mal taşıyorlar. Aralarında hır çıkıyor, birbirleri kovalayıp vuruşuyorlar falan. Bana olmayacak iş gibi göründü. Boğaz çıkışında kim bilir ne tedbirler vardır?’ Paşa düşündü, üzüntüyle başını salladı. ‘Keşke olmayacak şey diyebilseydim. Biz deniz kuvvetleri olarak öyle şeylere karışmıyoruz. Gümrükçüler de Allahlık.’ Ama tesadüfen bir kovalamaca olsa, hücumbotlarımızdan biri herifleri şıp diye yakalar herhalde. Otuz, otuzbeş mil hızları yok mu? ‘Yok canım, nerede?’ Ya Bulgarlar? Görseler onlar yetişirler hemen ‘Hayır onlar da bizden pek parlak durumda değil.’ Bu minval üzre biraz daha konuştuk. Gerekli her şeyi öğrenmiştim.”
NÂZIM HİKMET DE
SIRRI SAKLADI
“Paşa”’yla konuşmasından sonra kaçış için tehlikeli bir durum olmadığını anlayan Refik Erduran planını uygular ve 17 Haziran 1951 Pazar günü “şair”i Plekhanov’la Romanya’ya uğurlar.
Nâzım’ın kaçağı sadece o zamanki karışı Münevver biliyordu.
Mehmet Ali Aybar kaçağını biliyor, gününden haberdar değildi.
Bir sır daha vardı uzun yıllar saklanan.
O sırrı sahibi de Nâzım Hikmet’ti.
Nâzım Hikmet’le kaçışın duyulmaması konusunda anlaştıklarını belirten Erduran, Bükreş Radyosu’nun üç gün sonra haberi verdiğini, daha sonra da gazeteler yazınca duyulduğunu söyledi.
Refik Bey, kendisiyle Nâzım kaçırışıyla ilgili olarak yaptığım röportajda kaçışını sonrasını şöyle anlatmıştı (**)
“Gazeteleri Tuzla Piyade Okulu’nda okudum. Birkaç gün de bela bekledim doğrusu. Ama hiçbir şey olmadı. Tuzla’da Kore’ye savaşa gönüllü gittim. Kaçıştaki sır aşağı yukarı 35 yıl saklandı. Nâzım da bu konuda dikkatli davranmıştı. Gittiği yerlerde nasıl kaçtığını sorduklarında ‘O sır bana kalsın.’ demiş her seferinde. Nâzım’ın kaçacağını kardeşi Melda tahmin ediyordu zannederim ama Münevver biliyordu. Mehmet Ali Aybar biliyordu ama gününden haberi yoktu. Nâzım evden ayrılırken aralarında bir şifre kararlaştırmışlar, ‘Süt şişesinin kapağı uydu.’ diye. Söz ustasının bulduğu şifreye bakın. Bana çok komik geldi. Nâzım giderken bir telefon numarası ezberletmişti bana. Döner dönmez o numaraya telefon ettim ve karşıma çıkan Münevver’e şifreyi söyledim. Şifre, ‘Her şey yolunda’ anlamına geliyordu. O zaman şifreye çok gülmüştüm. Egemen güçlerin baskısı sonucu ülkesinden kaçmak zorunda kalan Nâzım’la o günden sonra sadece telefonda konuştuk.”
………
(*)Refik Erduran. Gülerek/Gençlik Anıları. Cem Yayınevi. İstanbul,1987.
(**) İskender Özsoy. Cumhuriyet. 17 Haziran 2011.