SORGU ZAMANI
İş çığırından çıkmadan şunu bir karara bağlamalıyım artık. Kendimi sorgulamalıyım.
Nasıl biriyim ben ?
İyi miyim, kötü mü ?
Kötüysem tövbe istiğfar edeyim. Üzerimde hakkı olan bilumum mahlukattan özrümün kabulünü rica edeyim.
İyi isem daha iyi olmak için gayret sarf edeyim.
Bu konuda ciddi bir araştırma yapmak üzere vicdanıma başvurdum. Bu herkeste olan bu terazi bakalım bende ne kadar hassastı ?
Bunu önce, geçen günkü hadiseyi vicdan denilen teraziye koyarak anlamaya çalıştım.
Sıkı takipçilerim(!) hemen hatırlayacaklardır; geçen günkü yazımda mahzun ve mahcup bir köpek ile aramda geçen müessif hadiseyi hikaye etmiş bunu kamuoyu ile paylaşmıştım. Köpek , sosislerin sunum şeklimi gurur kırıcı bularak kabul etmeyip arkasını dönmüştü.
Hayvanların bu derece görgü sahibi olabileceğini sanmıyordum. Demek ki hayvan deyip geçmemek lazımmış.
Teşekkür yerine arkasını dönerek beni mahalle dışına atan hayvanın bu tepkisinden fevkalade müteessir olmuştum.
Bu hadise bende garip bir travmaya , “İyilik yapmayı bile beceremiyorum" algısına yol açtı.
Bir köpeğin, bu yeryüzünün mahlukatının en sadık, en kibar mahlukatının kalbini kırmıştım !
Efkar dağıtmak ve vicdanımı rahatlatmak üzere Kadıköy’e gitmeye karar verdim.
Oradaki garip gamsız kalabalığı arka plana fon alarak bu elim hadiseyi objektif olarak tartmaya karar verdim.
Kadıköy sahrasında, hikaye dünyamızın belli başlı üstadı azamlarından arkadaş ile çayKur namındaki bir çay ocağında buluştum.
Sahra canına pek mukayyet maskeli şahıslarla doluydu.
Kendisi de tam bir kedi muhibbi olan üstada geçen günkü hadiseyi nakledecektim ki, tam o sırada kabak kafasını üç numara tıraş ettirmiş , esmer, yirmiyle otuz arası yaşındaki zayıfça bir şahıs , habire sağa sola seğiren gözlerini üzerime doğru teksif eylemişti. Sırt çantasını yere fırlattı, yara bantları ile ıslak mendilleri sehpaya bırakmıştı.
Gözlerindeki arıza sebebiyle neyi nereye koyacağı hususunda belirsizlik yaşayan satıcının gözleri naylon bebeklerin gözleri gibi hareketliydi.
Elindeki paketleri ağzıma sokacak sandım;
- Bir bant + bir ıslak mendil , hepsi üç lira abi, ,dedi Ben de ;
-İhtiyacım yok , diye cevap .verdim.
Bunun üzerine satıcının seğiren gözbebekleri üzgün aşağı doğru sarktı. Omuzları düşmüş, yıkılmış bitmiş gibi çantasını omuzuna atıp , yara bantlarını ve ıslak mendillerini toplayıp durakladı. Ayakları gitmedi.
Havuç rendelerken parmağımı rendeye kaptırmış yaralanıştım. Bunu hatırlayınca eh bir iyilik yapmış olurum , bari bir yara bantı alayım, dedim.
Satıcının hayali bu değildi. O bantla birlikte ıslak mendili de satışa dahil etmek istiyordu.
Yara bandını parmağıma sardım.
Bu sırada çay içen arkadaşın gözlerinin de seğirmekte olduğunu hayretle gördüm . O da tavrımı beğenmemiş cömertliğime bir çekince koymuş olmalıydı.
Pandemi dolayısıyla vedalaşmadım. Minibüse binip muhitime doğru yol aldım. Evin bahçesine girerken kapıda benim yaşımda bir adam başını uzattı ;
-Doktor hastaneden beni dışarı saldı. Aç kaldım. Elli kuruşum var, bana bir lira versen de bir simit alsam , dedi.
Cebimde iki lira kalmıştı. Çıkarıp bir lirasını verdim. Evin kapısından içeri girerken arkamı döndüm, adam gitmişti. Neden iki liranın hepsini vermemiştim sanki?
Koştum, banka kartımı buldum, cami önüne, fırın tarafına koştum. Şişman fırıncıya;
-Yaşlı biri sizden simit aldı mı, diye sordum. Fırıncı boş gözlerle, olumsuz cevap verdi.
Caddeyi aradım , taradım. Adam yoktu...