CEMAL KARABAŞ

CEMAL KARABAŞ

SORGU ZAMANI

İş çığırından çıkmadan şunu bir karara bağlamalıyım artık. Kendimi sorgulamalıyım.

Nasıl biriyim ben ? 

İyi miyim, kötü mü ? 

Kötüysem tövbe istiğfar edeyim. Üzerimde hakkı  olan bilumum mahlukattan  özrümün  kabulünü rica edeyim.

İyi isem  daha iyi olmak için gayret sarf edeyim.

Bu konuda ciddi bir araştırma yapmak üzere  vicdanıma başvurdum.  Bu herkeste olan bu  terazi bakalım  bende ne kadar hassastı ?

Bunu önce,  geçen günkü hadiseyi  vicdan denilen teraziye koyarak anlamaya  çalıştım. 

Sıkı takipçilerim(!) hemen hatırlayacaklardır; geçen günkü yazımda  mahzun ve mahcup bir köpek ile aramda geçen müessif hadiseyi  hikaye etmiş bunu  kamuoyu ile paylaşmıştım. Köpek , sosislerin sunum şeklimi  gurur kırıcı bularak  kabul  etmeyip   arkasını dönmüştü.  

Hayvanların bu derece görgü sahibi olabileceğini sanmıyordum.  Demek ki hayvan deyip geçmemek lazımmış.  

Teşekkür yerine  arkasını dönerek  beni   mahalle dışına atan hayvanın bu tepkisinden fevkalade   müteessir olmuştum.

Bu hadise bende garip bir travmaya , “İyilik yapmayı bile beceremiyorum" algısına yol açtı.

Bir köpeğin, bu yeryüzünün mahlukatının en sadık, en kibar  mahlukatının  kalbini kırmıştım !

Efkar dağıtmak ve vicdanımı rahatlatmak  üzere Kadıköy’e gitmeye karar verdim. 

Oradaki garip gamsız kalabalığı  arka plana  fon alarak  bu elim hadiseyi  objektif olarak  tartmaya  karar verdim.

Kadıköy sahrasında, hikaye dünyamızın belli başlı  üstadı azamlarından   arkadaş  ile  çayKur namındaki  bir çay ocağında  buluştum.  

Sahra  canına pek mukayyet  maskeli şahıslarla doluydu.

Kendisi de tam bir kedi muhibbi olan üstada   geçen günkü hadiseyi nakledecektim ki,  tam o sırada  kabak kafasını üç numara tıraş ettirmiş ,   esmer, yirmiyle otuz arası yaşındaki   zayıfça bir şahıs , habire sağa sola seğiren gözlerini üzerime doğru teksif eylemişti. Sırt çantasını yere fırlattı,  yara bantları ile ıslak mendilleri  sehpaya  bırakmıştı. 

Gözlerindeki arıza sebebiyle neyi nereye koyacağı hususunda belirsizlik yaşayan satıcının  gözleri  naylon  bebeklerin  gözleri gibi hareketliydi.  

Elindeki paketleri ağzıma sokacak sandım; 

- Bir bant + bir ıslak mendil , hepsi üç lira abi,  ,dedi Ben de ; 

-İhtiyacım yok , diye cevap .verdim. 

 Bunun üzerine  satıcının   seğiren gözbebekleri   üzgün aşağı doğru sarktı.  Omuzları düşmüş, yıkılmış bitmiş gibi  çantasını omuzuna  atıp  , yara bantlarını ve ıslak mendillerini toplayıp  durakladı. Ayakları gitmedi.

Havuç rendelerken parmağımı  rendeye kaptırmış yaralanıştım. Bunu hatırlayınca  eh bir iyilik yapmış olurum , bari bir  yara bantı alayım,  dedim.

Satıcının hayali bu değildi. O bantla birlikte  ıslak mendili de  satışa dahil etmek istiyordu. 

Yara bandını parmağıma sardım.

Bu sırada çay içen arkadaşın   gözlerinin de  seğirmekte olduğunu hayretle   gördüm . O da tavrımı beğenmemiş  cömertliğime  bir çekince koymuş olmalıydı. 

Pandemi dolayısıyla vedalaşmadım. Minibüse binip muhitime doğru yol aldım. Evin bahçesine girerken kapıda benim yaşımda bir adam başını uzattı ;

-Doktor hastaneden beni dışarı saldı. Aç kaldım. Elli kuruşum var, bana bir lira versen de bir simit alsam , dedi. 

Cebimde iki lira kalmıştı. Çıkarıp bir lirasını verdim. Evin kapısından içeri girerken arkamı döndüm, adam gitmişti. Neden iki liranın hepsini vermemiştim sanki? 

Koştum, banka  kartımı buldum, cami önüne, fırın tarafına koştum. Şişman fırıncıya; 

-Yaşlı biri sizden simit aldı mı, diye sordum. Fırıncı boş gözlerle, olumsuz cevap verdi.

Caddeyi aradım , taradım. Adam yoktu... 

<