ÖYLEYSE, HEMEN BAŞA DÖNELİM..
Bir toplum devamlı isteyen ve tüketen hale düşerse sonu ne olur?
Dünyanın pek çok ülkesi aynı sorunu yaşıyor. Aşırı tüketim, kalkınan ülkelerin baş sorunu. Siyasi iktidarlar, tüketimi kısıp kalkınmayı yavaşlatmaya çekingen davranıyor. Halkın istek sınırlarının ucunu aştıkça, bu sefer yatırımlar zayıflıyor. Piyasalar ihtiyaçların ötesinde ithal mallarla dolduruluyor. Ticari firmalar, avantajlar sunarak gereksiz alışverişleri körüklüyorlar. Bunlara bankalar da kredi kolaylıklarıyla destek çıkınca, tüketmekten başka bir şey düşünmeyen şaşkın bir toplum yapısı ortaya çıkıyor.
Dikkat çekici şekilde toplum hızla şekilleniyor. Bütçesinin iki ucunu bir araya getiremeyenler, toplumsal gelişmenin de önünü tıkıyorlar.
Hep harcayan bir toplum, delik-deşik bir bütçenin faturasını, devletin sırtına yükler. İktidarlar ne kadar allı-pullu caddeler açsa, yollar yapsa, tesisler kursa, halkın desteğini bunlarla arkasına alabilir mi?
Memur olsun, işçi olsun, tüm bireyler için geçerli olan şey, asgari refahı yakalama beklentisidir. Aile ocaklarında, yaşamın bunaltıcı etkisi, her gece uyku kaçırıcı bir durumu zorlarsa, gerilim ortamı kaçınılmaz olur.
Tutumlu olmayı, kafamızın içine işlemedikçe, aşırı tüketime karşı izolasyon kurallarını işletmedikçe, hepimiz bir robot olmaktan kurtulamayız.
Bir insanı var eden, onun sağlam fikir ve düşünceleridir.
Aslında hangi siyasi parti iktidara gelirse gelsin, aşırı tüketim illetinden kurtulmadıkça, yönetimlerin de pusulası şaşırır. Buradaki sorun; harcamayı sevenler, hangi iktidar olursa olsun:
“Kemerleri sıkalım.” Derse, seçilme şansı kaybolur. Yıllardır bunun hesabı böyle yapılır.
Sağlıklı bir aile bütçesinin mimarı olmak istiyorsanız attığınız adımları hesaplayın. Artık, dünya düzeyinde hiçbir şeyin. “güllük gülüstanlık” içinde geçeceğini düşünmeyin. Şu kavanoz dipli dünyada korkunç kasırgalar, dehşet verici seller ve depremler azmış, insanlar birbirlerini yemekle, bitirmekle meşgul.. Evrenin afetlerine korkunç diyoruz ama, bundan daha korkuncu süper güçler üretmiyor mu?
Doğan her bebeğin kulağı silah, bomba sesleriyle doluyor. Burnuna barut kokuları sızıyor. Burada gene bir soru akla geliyor.. Silah tüketimi ekmeğin önünde yer alıyor. Bebekler niye doğuyor ki? Silah sektörü nasıl olsa onları bir gün tüketecek..
Türkiye, halkın bilinçsiz tüketimiyle ortaya çıkan bataklığı nasıl aşacak? Büyük alışveriş mağazaları, vatandaşların kredi kartlarını eritmekte adeta mahir hale gelmiş. Burnu koku alan, diline tat arayan, tenini kozmatik ürünleriyle tazelemek isteyen alışveriş bağımlıları, günlerini bu mekanlarda geçiriyorlar.
İnsanlarımız kendini ve ülkenin ulusal tehdit altındaki gerçeklerini unutmuş. Burnumuzun dibindeki terör odaklı savaşlara baktıkça, neyin tersinde neyin doğrusunda bulunduğumuzu kavrayarak aklımızı başımıza toplamalıyız. Akıla bir hedef gösterilemezse, küpüne zarar verir.
Ortadoğu’daki kanlı plan ve eylemlerle gün boyu olayların seyrine takılı kalanlar, bireysel “tüketim zaafları”ndan kurtulmalıdırlar..
“Su uyur, düşman uyumaz.” Gerçeğinin son noktasındayız.
Kuruşlarımıza sahip çıkarak milli savaş gücümüzü asrın silahlarıyla donaltmalıyız. Tüketim hastalığının tedavi yöntemlerini, caydırıcı “savaş teknolojisi”ne çevirelim. Nerede mikrop, virüs barınıyorsa, parmaklarımızı “daha üstün silah araçları”na doğru uzatalım.
İşaretleyeceğimiz şey; gereksiz masrafları kısarak, milletçe tasarruf yoluna girmektir. Bunu bir doğum yılı kadar önemsemektedir.
Unutmayın. Silahlar konuşurken kanunlar susar. İspanyol’lar, kendilerine ait bu atasözüne pek önem verirler.
Para tutumlu davranmakla artar.
Türkiye olarak geleceğimizi kazanalım.