KENAN SÖNMEZLER

KENAN SÖNMEZLER

NELER ÇEKTİM BEN / KAFANIN BOYUTU

Yalnız gülmeyi istemek… Hele, hiç düşünmeden gülmeyi istemek… Ne tehlikeli bir istek bu! Hiç düşünmeden istenmiş… Ne de kof… Tıpkı içi boşaltılmış yumurta kabuğu gibi. Anlamsız… Hiçbir işe yaramaz. İçinden yeni can doğmaz.
Düşünmekle gülmek bir araya gelmezse o gülmek de öylesine kof işte! Gıdıklama gülmesi gibi…
Mizah bir düşünme biçimi… Sonunda ola ki gülmek de var ağlamak da… Yahut gülmesiz ağlamasız bir “irkilme” olur sonuç. Yalnız “irkilme”… ve biter.
Üstelik öyle olabilir ki bu irkilme, yalnız ruh planında kalır da vucut hiç irkilmez. Olur a! Şimşek hızıyla bir düşünme ve bir irkilme… Hepsi bir anda! Bitti…
İşte baştan sona, tümüyle yaşanmış bir mizah olayı… Binlerce yıllık insan yaşayışının tarihi bu: “Yaşamak bir irkilmeler zinciri…” Daha da milyonlarca yıl böyle sürüp gidecek.
Matematik burada işlemez: Bir kafanın dış boyutu ile iç boyutları birbirine uymaz.
Bir kafanın içi o denli büyük olabilir ki, dünyaları alır. Öylesine dar kafa vardır ki, dışarıdan görüldüğünden bile ufaktır.
Bir kafa ki iç boyutları dünyayı alabilecek kadar büyüktür, dünya onun sahibinin avuçları içindedir.
Çalışmaya alışmış bir kafanın düşünme hızı, öylesine bir alışkanlık biçimine dönüşür ki o kafa her olayı doğru ve hızlı tartar.
Akan zaman nehri içinde, gelip geçen olaylar zincirine paralel bir irkilmeler zinciri, onun hemen yanında bir tepkiler zinciri oluşur.
Ömrümüz de zamanla beraber böylece akar gider…
O ki yaşamak bir irkilmeler zinciridir dedik, şimdi izninizle biraz olaylar zinciri sergiliyelim ve kendi tepkiler zinicirimizi oluşturalım. Gülmenin de doğal olduğunu, ama koşul olmadığını yine görelim.
Gençliğimde çok büyük boy arabalara oldukça meraklıydık. Bazı zamane züppeleri ise, ufacık arabalarla racon kesiyorlar.
Benzinciye gelen araba o kadar küçüktü ki, herkes şaştı. Sürücü içinden zorlukla çıkıp rica etti: Üç litre benzin bir maşrapa yağ. Pompacı sordu: Lastiklere de öksüreyim mi?
Örneklere arabalarla başladık yine arabalarla sürdürelim:
Taksi şoförü bitirim cinsindendi. Arabaya binmek üzere olan yolcudan rica etti: “Lütfen avucunuzu gösterir misiniz?” Şaşıran müşteri sordu. “O niye?” Şoför anlattı: “ Abicim! Frenlerim pek sağlam değil de hayat çizgisi uzun olanları alıyorum.”
Ortaokulda bir arkadaşım vardı. Kekelerdi. Bir yıl aynı sırada oturduk. Ben de güzel güzel kelemeye başlamıştım. Sonra ne yazık ki unuttum. Kim bilir bu yüzden gereksiz yere ne çok konuşmuşumdur.
Az gelirli birisi terzinin kapısını vurdu. Terzinin kekeme olduğunu bildiği için cevabı beklemeden içeri girdi ve başladı konuşmaya:
“İşte tersyüz etmek istediğim palto bu. Kumaşın içi dışından güzel. Göğüs cebi zaten yapmamıştık. Yakanın da içi çok iyi. Şimdi söyleyin bana bunu kaç günde verirsiniz?” Terzi:
“Gi..gi.. gi..giriniz!”
Bu olayın çok eski zamanda geçtiği anlaşılıyor. Hangi dar gelirlide kaldı terziye gidecek güç? Tersyüz bile olsa…
Londar’nın sisi ünlü! Sisten göz gözü görmez bir günde iki Londralı sokakta burun buruna gelmişler: Biri yardım rica ediyor: “Lütfen söyler misiniz? Times Nehri ne tarafta?” Öteki: “Tam altı adım arkamda.” Beriki hala şüpheli: “Emin misiniz?” “Kesinlikle şimdi içindeydem.”
Gelelim İstanbul’a Beyazıt Meydanı’na… O zamanlar henüz “İmar” adı kullanılarak cinayet işlenmemişti. Tarihi çevre katledilmemişti.
Meydan çevresinde ulu çınar ağaçları altında açık kapalı kahveler vardı. Buralarda Neyzen Tevfik ney çalar sanatçılar da söyleşirmiş (bu kadarına yetişemedim) Kimileri de tavla ve pişpirik oynarmış.
Baba oğlunu heyecanla bekledi. Sonunda hemşire hanım tam üç tane oğlan bebekle gelivermez mi? Adam o anda aptallaştı. Hemşire bu şaşkınlığı kavrayamadı çok kızdı: “Hem pişpirik oynarsın hem üç oğlan birden gelince sevinmezsin, olur mu bu?”
Son bir tebessümle bu haftayı da noktalayalım mı?
Komiser karakolda avazı çıktığı kadar bağırıyordu: “Utanmadınız mı cadde ortasında bir birinizin ağzını burnunu kırmaya?” Kavgacılardan biri durumu açıklığa kavuşturuyordu: “Mali durumumuz müsait değildi komiser bey! Kavga etmek için salon kiralayamadık da.”
Evet efendim bu haftayı da politika yazmadan kapatmayı başardık. Başardık mı sizce?
Seçimler yaklaşıyor ya bakalım daha ne kadar tutacağız dilimizi ve dahi kalemimizi.

 

<