KIZ , SEN BIRAZ KİILO MU ALDIN?
Karayolları Genel Müdürlüğü’ne ait otomatik geçiş sayacı ...plakalı aracın köprüden defalarca kaçak geçtiğini tespit edince durumu kurumun bilgi işlemine , bilgi işlem de icra servisine rapor etti.
Rapor İcra servisinin elemanları tarafından incelendi , hesaplanan meblağ ödeme emrine aktarılıp borcun takibi için icra dairesine gönderildi.
Ödeme emri , kara vicdanlı icra memurları tarafından infaz edilmek üzere teslim alınarak harekete geçildi.
Aradan bir zaman geçti...
Geze geze ayağına kara sular inmiş bulunan postacı ödeme emrini tebliğ etmek üzere mezkur borçlunun kapısını iki kere çaldı. Bekledi.
Aradan kısa bir zaman geçti.
Muhatap borçlu bir hanımefendiydi. Kapının iki kez çalınıp beklenilmesini hayra yordu ve kapıyı açtı. Karsısında kara kuru postacıyı görünce ; “ buyur postacı dileğin nedir? “ diye sordu. Postacı ” Sayın muhatap dileğim bu tebligatın bir parçasını imzalayıp zarfı teslim almandır ” dedi ve ekledi; “ Birader ne kadar da borçlu varmış, dolaşa dolaşa ayağıma kara sular indi…
Postacının Tebligat Kanunu hükümlerine göre inceleme yaparak kimliğin muhataba ait olduğunu tespit ile imzasını aldığı ve kağıda “bizzat şahsa tebliğ edilmiştir ” şerhini koyup günün tarihini yazdı, “şahsa” imzalattı..
Hikayelerde zaman çabuk geçer…Aradan bir müddet daha geçti.
Muhatap işe giderken zarfı bir avukata götürdü. Karşılaştıracak olursak, müvekkil, uzun boylu,ne kilolu ne de zayıftı. Avukat ise hem kilolu, hem de kara kıvırcık saçları özensiz otuz otuz beşlerinde genç bir bayandı.
Avukatın bir de kuzeni vardı ve bir tv dizisinde oynuyordu. Takipçilerin ifadesine göre kuzen manken gibi bir kızmış.
Avukat zarfı inceledikten ve mutad bir kaç soru sordu. Davayı üç kuruşa üstlenebileceğini söyledi. Anlaştılar. Muhatap bir kuruşu peşin verdi. Kalanını da aybaşında verecekti.
Bu görüşmeden sonra akşam oldu. Her ikisi de evlerine gitti.
Muhatabın düşüncesine göre bu işte bankanın kabahati vardı. Talimatını işleme koymamış dolayısıyla otomatik geçişler kaçak olmuştu. Avukata göre ise Karayolları kabahatliydi...
Avukat hanım Beşiktaş’ta kain dört katlı eski bir apartmanın dördüncü katında balkonu köşedeki bakkala bakan nohut oda, bakla sofa olan dairede oturuyordu.
Hayat hikayesi Anadolu’nun bir köyünden başlamıştı. İmkânsızlıklar içinde İstanbul’a gelip Hukuk okudu. Staj yaptı. Bir ortak hukuk bürosunda avukatlığa başladı. Burada kendisi gibi avukat olan bir oğlana tanıştı. Kısa bir süre sonra evlenip bu eve taşındılar.
Bir süre sonra ortak hukuk bürosundan ayrılıp özel bir büro açtı.
Her şeyi ekonomiye bağlayan bir zihniyete sahip olduklarından bir zaman sonra şükür ve kanatkarlık denilen şeyi unutup huzursuz oldular. Can sıkıntısından yemeye düşüp obez oldu.
İşte böyle; korkunç devler gibi yükselen finans binaları arasında bir aile huzurunu kaybetti..
Hali hazırda zengin edecek kadar değilse de bir miktar dosyası vardı. Ne var ki, davalar bitmediğinden tahsilat yapamıyorlardı. Davalar karara çıkamıyordu. Çünkü adliyelerde hakim kadroları boştu.
Akşamın dar vakti. Avukat hanım, kendini divana zor atmıştı. Eşi henüz gelmediğinden ev sessizdi. Can sıkıntısıyla bir önceki günden kalan makarnayı ısıtıp yedi. Bulaşıkları bir suya çektikten sonra divana uzanıp ayak ucu hizasında bulunan tv.yi açtı. Tahmin edileceği üzere günlük kullanıma uygun portatif bir oturma takımı, bakkala bakan pencerenin yanında bir led tv duruyordu. Yerde basit bir fabrika halısı vardı.
Haberler bitmez tükenmez seçimlerimiz üzerineydi. Konu hep hangi partiye niçin oy vermeli veya vermemeli, kim cumhurbaşkanı olmalı, dolar düştü kalktı, Israil gene Filistinlilere saldırmıştı…
En çok da Muharrem İnce’ye güldü. Cumhurbaşkanı adayı olan Muharrem açık sözlü siyasetçiydi. Eğriye eğri doğruya doğru bir herifti. Kilolu partililer ile bindiği asansör ağırlıktan kalkamayınca “ yahu sizin gibiler yüzünden iktidar olamıyoruz “ demişti.
Hele o “ abim babama demiş ki o oğlana söyle; milletvekili oldu artık ahıra girmesin” sözüne gülerken divandan aşağı yuvarlandı.
Güzel ve ince endamlı manken gibi bir kız olan kuzenini düşündü bir süre . Sonra kırmızıya boyadığı tırnakları ile maviye boyadığı ayak tırnaklarını beğeniyle seyretmeye başladı.. Gene kuzeni geldi aklına . Güzelliğinden, inceliğinden, başka nesi vardı kızın?
Aslında kıskanıyordu ,kıskanıyordu onu…İçindeki küçük ve ince bir ses, yani vicdanı onu kıskandığını itiraf ediyordu Evet evet onu kıskanıyordu !
Herkes güzel kuzeniyle kendisini insafsız bir kıyaslama yarışına girmişti. Herkesin, adliye personelinin , hatta meslektaşlarının imalı bakışları hep kilosu üzerineydi.
Her şeyi yerli yerinde günler geçiyordu…Aradan bir kaç gece daha geçti. Ertesi gün , öğleden sonra kacak geçiş mağduru daireye geldi.
Bu kız canını sıkmıştı . Geçen günkü görüşmesinde de kendisini bastan aşağı manalı manalı süzüp , sözü takipçisi olduğu kuzenine getirmişti. Baştan aşağı süzerek kilosunu ima etmişti.
İşte böyle ; olay günü de kacak geçiş mağduru davacı dosyadan , havadan sudan konuştuktan sonra müvekkili sözü, gene kilolarına getirdi. ; “Kız sen biraz kilo mu aldın?” dedi.
Sanki başına kaynar sular döküldü. Başına kan hücum etti. Kalktı dosyayı kızın üstüne attı;
“Al dosyanı başına çal!. . Senin davana bakmayacağım” dedi.
Davacı kız dosyasının bu şekilde eline verilisine çok bozuldu. Ne diyeceğini bilemedi.
Gene dilini tutamamış üzerine lazım olmayan bir hususa parmak basmıştı.
Çaresiz avukatını azletmek üzere notere gitti.Azletti. Yeni bir avukata, hem de kiloca hatırı sayılır ağırlığa sahip başka bir bayan avukata vekalet verdi.