ENGİN KÖKLÜÇINAR

ENGİN KÖKLÜÇINAR

İNSANLIK MUTLULUKLA NE ZAMAN BULUŞACAK?..

21. asır insanın başını döndürüyor…

İletişim, bir düğmeyle harikalar yaratıyor. Avucunuzun içine koca dünyayı sığdırdığınız yetmiyormuş gibi, insanlık var olduğundan bu yana ki; kimine göre 50 bin yıl, kimine göre 1,5 milyon yıl diyorlar. Ne olmuş ne  bitmiş, kimler gelmiş, kimler geçmiş, her olay , her söz hasılı, her şey kibrit kutusu gibi bir ekranda sunuluveriyor. Bir de başımıza ipad (ne demekse) çıkardılar, bu da tuzu biberi oldu.

İsa devrinde 20-25 yaşında ölen insanoğlu, gelişmiş ülkelerde 85-90 yaşını deviriyor. Bu yaşlara geliyorlar da, sorun bakalım mutlular mı ? Kimsede huzur kalmadı ?

Hız, ışık hızı gibi oldu. Bize okulda öğretmişlerdi, ışık 1 saniyede dünyanın etrafını 8 kez dönermiş. İnsanın havsalası almıyor. Dünyanın bir ucunda yaşananlar, aynı anda odanızın içinde. Futbolcu topa vuruyor, 'pat' ses, kulaklarınızda…  Sen oturup, çekirdek çıtlatırken, naklen savaşta mermi sesleri takır takır, çıtlatma seslerine karışıyor. Herkes panikte…

Yazımın girişinde, "21.asır insanın başını döndürüyor."  demiştim.  Doğrudur, ama en doğrusu ne biliyor musunuz ?

Bu karmaşa ve kaos içinde, yakın bir gelecekte dünyanın başı dönecek galiba… İnsanlığı karakter kirliliği sarmış. Sevgi, saygı, barış ve doğruluğun meyvesi, mutluluk, artık dünyaya veda etmiş... Bu ne koşuşturma, bu ne kavga, bu ne hız Yarabbim…

Kimi insan bu hıza hemen alışıyor, tempoyu yakalıyor, kimi de bizim gibi "acele etmeyelim, bakalım bu hızlı koşunun sonunda kim pes edecek" deyip, yan gelip yatıyor. Yatanlar uyurken, uyanıklar zengin oluyor.

Tabii, başta İslam alemi uykuda. "Gavur, gavur"  dedikleri Hıristiyan alemi de işini yoluna koymuş. Düşünebiliyor musunuz, İslam ülkeleri, Amerikan sigarasına yalnızca bir günde 800 milyon dolar ödüyor. Her geçen saniye, dünyada 9 bin şişe veya kutu ABD yapımı kola tüketiliyor.

Varın, hesabı siz yapın... Bunlar yetmiyor, biz birbirimizi öldürelim diye, adamlar bize üstüne üstlük bir de silah satıyor. Ehh, bu da bizim aklımız…

Fakat sanmayın ki, o para da işe yarıyor.

Dünya mutsuz milyarderlerle dolu.

"Hükümdar Harun Reşit zamanında Bağdat'ta Ömer adında genç bir prens yaşıyordu. Her şeye sahipti ama hep üzüntülü idi. Hiçbir şeyden zevk almıyor, dünyanın yaşamaya değer olmadığını öne sürüyordu. Kardeşleri, arkadaşları  geziyorlar, eğleniyorlar, o ise odasına kapanıyor, hiç dışarı            çıkmıyordu. Kısaca son derece mutsuz biriydi. Bir gün odasına ak sakallı, yaşlı bir yabancı girdi.

Ömer'e sordu:

- Sen mutluluğu arıyorsun değil mi?

- Şüphesiz...

- Ben mutlu olmanın çaresini biliyorum.

- O halde hemen söyleyin.

- Çok basit, mutlu bir adamın gömleğini giyeceksin.

Ömer, yaşlı bilgeyi sevinçle kucakladıktan sonra hemen dışarı fırladı. Dünyanın en büyük merkezlerini, kentlerini ziyaret etti. Kralların, zenginlerin, artistlerin, askerlerin gömleklerini giydi. Fakat mutlu olamadı.

Kederli hali hep sürüyordu. Yine ümidini kesmedi. Mutlu adamın gömleğini aramaya devam etti. Bir gün, bir dağ yolunda ilerlerken aşağıda tarlasını sürmekte olan bir köylünün zevk ve neşe içinde bir türkü söylediğini işitti. Kendi kendi "İşte mutlu bir adam!.." diye mırıldandı ve bunu kesinleştirmek istedi:

- Çiftçi dayı sen mutlu musun?

- Evet, çok mutluyum.

- Hiçbir şeye ihtiyacın yok mu?

- Hayır, güneş ve mavi gök benim için. Daha ne isterim.

- Kral olmak ister misin?

- Asla!

- O halde gömleğini bana satar mısın?

- Gömleği mi? Gömleğim yok ki!...

Bence muhteşem bir hikaye.

Biz de bile böyle değil mi ?

Türk Kıbrıs'ın tanınmış simalarından kadim dostum Dr. Rauf Ünsal'la zenginlik ve mutluluk adına sohbet ederken, ülkemizin en  zengin ve en bilgili işadamlarından biri olan rahmetli Sezai Türkeş'in Ünsal'a " başka dünyaların insanıydık, cehennem diye buraya gönderildik." sözüyle yakınmasını anlattığında; ülkemizdeki otomotiv sektörü de dahil,  bütün sektörlerde boy göstermiş, en varlıklı işadamlarından birisinin, özürlü oğlunu kastederek  " keşke oğlum benden bir araba isteseydi de, o’na o hediyeyi vermenin tadını çıkartsaydım "  deyişi aklıma geldi..

Yeri gelmişken, aklımda olan başka bir cümleyi de izin verirseniz  söyleyeyim: Herkesin yüreğine gömdüğü bir sırrı, kavuşamadığı bir sevdiği ve yaşantısında hiçbir zaman erişemediği bir arzusu mutlaka olmuştur.

Onun için sakın kesin bir mutluluk beklemeyin, aramayın. Bulduğunuzla mutlu olmasını kendinize öğretin…

İsterseniz Yunan mitolojisine göre, Olympos Dağı’nda bir araya gelen Tanrıların toplantısına girelim.

Bakalım mutluluk nerede?

Yunan mitolojisine göre; Olympos Dağı’nda toplanan Tanrılar mutluluğun sırını saklamaya karar vermişler, bulunduğunda değeri anlaşılsın diye...

İçlerinden biri “onu en yüksek dağın tepesine” diğeri “yedi kat yerin dibine” gömelim demiş. Bir başka Tanrı da “mutluluğun sırrını okyanusun en derin yerine saklayalım demiş. Hiç kimse ikna olmamış. Sonuçta içlerinden biri “İnsanlar dağları, okyanusları, yerin yedi kat dibini keşfedecek zekaya sahip. Nereye gömersek gömelim bulurlar. Fakat bu zekaya sahip insanoğlu, kendini tanımak, kendini keşfetmek için bu zekasını asla kullanmaz. Hiç bir zaman bakmaya akıl erdiremeyecek bir yere koyalım. Ve karar  vermişler; Mutluluğu onların yüreklerine gömelim.

<