CEMAL KARABAŞ

CEMAL KARABAŞ

GENE KADIKÖY...

Gitmemekte kararlıydım. Beyan bile etmiştim; “Kadıköy’ün kalabalığını sevmiyorum; gitmeyeceğim “ diye.

Büyük konuşmuşum. Kader  gene  yolumu Kadıköy’e düşürdü.  Yazıcımdaki arızayı Beşiktaş’ta çözemeyince  tekrar Kadıköy’e geçtim.. Sorunum tamir fiyatlarıyla ilgiliydi. Ortada bir yazıcı ve iki tamirci vardı. Biri 60 TL ,diğeri 150 TL istiyordu. 

Kadıköy’deki yaşlı   tamirci arızayı gidermek için    60 lira isteyince   yazıcıyı vapurla  Beşiktaş’taki tanıdığa  götürmüştüm.  Herif bir miktar tetkikten sonra sonucu  telefon ile bildirdi. 150 TL istiyordu..

Canım sıkıldı. Zaten bu ''tanıdığı'' hiç bir zaman gözüm tutmamıştı. Elin bir dediğine bu iki diyordu.

 Yüzüne de söyledim;  esnaflığın sıfır; çalışan makinaya tamir  parası  istedin ; utanma yok mu sende?  dedim.Utanmadığı gibi bir de duymazlıktan geldi!..

Ben de kızdım , yazıcımı  alıp tekrar Kadıköy’e getirdim.

Kadıköy’deki yaşlı  tamirci iyi has adam ; ''usta'' sıfatı da  yakışıyor.Ne var ki,  dükkanı bodrumda  ve  havasız!..

Gerçi  buraya dükkan demek  çok  iddialı bir ifade olur...

Nasıl tarif etsem?  Mağara mı desem?  Hurdacı mı desem ?Çöplük mü desem ?.. Absürd bir ortam burası...Kelimeler mekanı ifadeden aciz...

 Burası  tepeden tırnağa elektronik parça ve hurda ve sair  çer çöple dolu.  deve girse buraya kaybolur. Öyle ki, buraya bir toplu iğne koymaya teşebbüs edilecekse bir başka toplu iğneyi çıkarmak gerekir...

***

Kadıköy de bir işhanının bodrumuna kıvrılarak inen merdivene kendimi bıraktım. Yeraltındaki koridordan düz yürüyerek sağa döndüm.  Yaşlı tamirci burnunun ucuna koyduğu gözlüğü üzerinden gri renkte  baktı. Bir şeyler düşündü, elindeki ise devam ederken, “buyurun ”  dedi. Cevaben; “ Buyuracağım da , nereye ?”  dedim.  

Elindeki kerpetenle  bir kabloyu garip bir aletten çıkarmaya çalışıyordu.

Bana son derece ciddi bir edayla  önündeki  sandalyeyi işaret etti.   Sandalye eser-i antikadan bir nesne   olup  muhtemelen tasfiye edilen bir kıraathaneden alınmıştı. Her tarafı yağ lekeleriyle kararmış , üstüne üstlük üzerine de  bazı kablolar yığılmıştı. 

Sandalyenin üzerini temizleyip  iliştim.  Yaşlı  tamirci , bohçama  el attı.  Adamın parmakları çatlamış  makina yağları  çatlaklardan içeri nüfuz etmişti.  Yazıcımı alıp  bakkal defterine benzeyen bir deftere  zabıt kalemiyle kaydettikten sonra   kartını uzattı ;”Yarın ararım”, dedi.

Kartı alıp  bu metruk yerden  çıktım. Tepeye istiflenmiş bilgisayar kasalarından birinin kafama  düşüşünü son anda bertaraf ettiğim için kendimi şanslı saydım.   Bir  ütü kablosunun  ayağıma dolaşmasını  önemli  bir olaydan  saymadım..

Gene    ayağıma    yılan gibi dolanan bir  telden kurtulayım derken çelik tel kurulu bir yay gibi gerilerek kendini  bıraktı,şükürler olsun ki bir yerime çarpmadı...

Olayın gerginliğini üzerimden henüz atmıştım ki, duvara yapıştırılmış bir resim gözüme ilişti. Bu Şeyh  Ahmed Yasin'in resmiydi. Siyonistlerce şehit edilmişti.

Hüzünlendim.  Yaşlı yazıcı  “Rabbim  şefaatine nail eylesin inşallah “  deyince gözümde  yazıcı gözümde  bir akrabam kadar  yakın geldi...

 İyi akşamlar dileyip oradan ayrıldım.

Hızla merdiveni tırmanıp birinci kata; yeryüzüne çıktım...  

Aradan bir gün daha geçti…

Ertesi gün oldu. Yaşlı tamirci telefon etti. Arızanın tamiri için 120 TL istiyordu. Daha önce ise 60 lira istemişti. Bunu hatırlatınca “ haklısın ama şimdi baktım tank da bozuk” dedi. 

Naçar , kabul ettim. Arada rahmetli Şeyh Ahmed Yasin’in de hatırı vardı.

Akşam  Beşiktaş’tan Kadıköy vapuruna bindim. Yaşlı adamı dükkanında  yoktu. Namaza mı gitmişti acaba?

Bir miktar dışarıda bekledim.

İçeride küçük bir ses  geldi. İçeri girdim. Yaşlı tamirci  hurdaların içinden çıktı.

Parasını avucuna bıraktım, yazıcımı alıp Üsküdar’a doğru yola revan oldum.

Nedendir bilinmez ; elimde ağır bir  yazıcı vardı, ben de  kuş gibi hafiflemiştim. 

 

 

 

<