GENE KADIKÖY...
Gitmemekte kararlıydım. Beyan bile etmiştim; “Kadıköy’ün kalabalığını sevmiyorum; gitmeyeceğim “ diye.
Büyük konuşmuşum. Kader gene yolumu Kadıköy’e düşürdü. Yazıcımdaki arızayı Beşiktaş’ta çözemeyince tekrar Kadıköy’e geçtim.. Sorunum tamir fiyatlarıyla ilgiliydi. Ortada bir yazıcı ve iki tamirci vardı. Biri 60 TL ,diğeri 150 TL istiyordu.
Kadıköy’deki yaşlı tamirci arızayı gidermek için 60 lira isteyince yazıcıyı vapurla Beşiktaş’taki tanıdığa götürmüştüm. Herif bir miktar tetkikten sonra sonucu telefon ile bildirdi. 150 TL istiyordu..
Canım sıkıldı. Zaten bu ''tanıdığı'' hiç bir zaman gözüm tutmamıştı. Elin bir dediğine bu iki diyordu.
Yüzüne de söyledim; esnaflığın sıfır; çalışan makinaya tamir parası istedin ; utanma yok mu sende? dedim.Utanmadığı gibi bir de duymazlıktan geldi!..
Ben de kızdım , yazıcımı alıp tekrar Kadıköy’e getirdim.
Kadıköy’deki yaşlı tamirci iyi has adam ; ''usta'' sıfatı da yakışıyor.Ne var ki, dükkanı bodrumda ve havasız!..
Gerçi buraya dükkan demek çok iddialı bir ifade olur...
Nasıl tarif etsem? Mağara mı desem? Hurdacı mı desem ?Çöplük mü desem ?.. Absürd bir ortam burası...Kelimeler mekanı ifadeden aciz...
Burası tepeden tırnağa elektronik parça ve hurda ve sair çer çöple dolu. deve girse buraya kaybolur. Öyle ki, buraya bir toplu iğne koymaya teşebbüs edilecekse bir başka toplu iğneyi çıkarmak gerekir...
***
Kadıköy de bir işhanının bodrumuna kıvrılarak inen merdivene kendimi bıraktım. Yeraltındaki koridordan düz yürüyerek sağa döndüm. Yaşlı tamirci burnunun ucuna koyduğu gözlüğü üzerinden gri renkte baktı. Bir şeyler düşündü, elindeki ise devam ederken, “buyurun ” dedi. Cevaben; “ Buyuracağım da , nereye ?” dedim.
Elindeki kerpetenle bir kabloyu garip bir aletten çıkarmaya çalışıyordu.
Bana son derece ciddi bir edayla önündeki sandalyeyi işaret etti. Sandalye eser-i antikadan bir nesne olup muhtemelen tasfiye edilen bir kıraathaneden alınmıştı. Her tarafı yağ lekeleriyle kararmış , üstüne üstlük üzerine de bazı kablolar yığılmıştı.
Sandalyenin üzerini temizleyip iliştim. Yaşlı tamirci , bohçama el attı. Adamın parmakları çatlamış makina yağları çatlaklardan içeri nüfuz etmişti. Yazıcımı alıp bakkal defterine benzeyen bir deftere zabıt kalemiyle kaydettikten sonra kartını uzattı ;”Yarın ararım”, dedi.
Kartı alıp bu metruk yerden çıktım. Tepeye istiflenmiş bilgisayar kasalarından birinin kafama düşüşünü son anda bertaraf ettiğim için kendimi şanslı saydım. Bir ütü kablosunun ayağıma dolaşmasını önemli bir olaydan saymadım..
Gene ayağıma yılan gibi dolanan bir telden kurtulayım derken çelik tel kurulu bir yay gibi gerilerek kendini bıraktı,şükürler olsun ki bir yerime çarpmadı...
Olayın gerginliğini üzerimden henüz atmıştım ki, duvara yapıştırılmış bir resim gözüme ilişti. Bu Şeyh Ahmed Yasin'in resmiydi. Siyonistlerce şehit edilmişti.
Hüzünlendim. Yaşlı yazıcı “Rabbim şefaatine nail eylesin inşallah “ deyince gözümde yazıcı gözümde bir akrabam kadar yakın geldi...
İyi akşamlar dileyip oradan ayrıldım.
Hızla merdiveni tırmanıp birinci kata; yeryüzüne çıktım...
Aradan bir gün daha geçti…
Ertesi gün oldu. Yaşlı tamirci telefon etti. Arızanın tamiri için 120 TL istiyordu. Daha önce ise 60 lira istemişti. Bunu hatırlatınca “ haklısın ama şimdi baktım tank da bozuk” dedi.
Naçar , kabul ettim. Arada rahmetli Şeyh Ahmed Yasin’in de hatırı vardı.
Akşam Beşiktaş’tan Kadıköy vapuruna bindim. Yaşlı adamı dükkanında yoktu. Namaza mı gitmişti acaba?
Bir miktar dışarıda bekledim.
İçeride küçük bir ses geldi. İçeri girdim. Yaşlı tamirci hurdaların içinden çıktı.
Parasını avucuna bıraktım, yazıcımı alıp Üsküdar’a doğru yola revan oldum.
Nedendir bilinmez ; elimde ağır bir yazıcı vardı, ben de kuş gibi hafiflemiştim.