ESKİDEN ...
5 dakika geç kalmıştım. Buna rağmen Prof. Dr. sayın bayan yüz vurmadı, Nerelerdeydin?
Tedaviye neden geç geldin, diye azarlamadı. İsmimi , müteakiben TC. numaramın son iki rakamını sordu.
Eskiden TC. yoktu. Cep telefonu yoktu.
Ben numaraları birbirine karıştırıp durdum.
Gene karıştırdım. Telefonumun son iki numarasını söyledim. Kadın “yanlış” diye uyarınca doğrusunu söylemek zorunda kaldım.
Laf orada değil...
Müteakiben doktor tahlillerimi sordu. Hangi tahlil ? diye mukabelede bulundum. İki aydır memleketteydim. Ağır bir gribal enfeksiyon geçirmiş, bir türlü iyileşememiştim. Bu yüzden unutmuştum...
Profesör, sol el orta parmağındaki ağır pırlanta yüzüğüne, bir bana, bir bilgisayara , bir pencereye baktı.
Dışarda hafiften, usuldan, barışçıl bir yağmur yağıyor, küçük serçeler gibi şaka yapıyor, camı hafifçe tıklatıyordu.
Kadın hava olsun diye “vela havle vela..”çeker gibiydi; “ Laboratuvar kapanmadan hemen git, tahlillerini yaptır, pazartesine getir “dedi..
Dışarı çıktım. Koridorlarda tek bir hasta yok. Buhar olup uçmuşlar sanki…
Eskiden hastalar buralarda battaniye yorgan banklara uzanırlardı. Laboratuvara doğru yürüdüm.
Saat öğleyin onikiyi on geçiyor...
Eskiden böyle değildi. Memurlar onikiye on kala teneffüse çıkarlar, saat 13.30’ a 10 kala iş başında olmazlardı.
Eskiden öyleydi... Bugün öyle değil…
Eskiden memurlarımız “ bugün git yarın gel” derler , amirleri de bunlara ses çıkarmazlardı.
Eskiden amirler “ neme lazım” derlerdi. Şimdi öyle değil.
Laboratuvar tüpü almak üzere bankın arkasındaki memura kafamı uzattım.
Başörtülü evcimen bir hanım TC .mi aldıktan sonra tüplerimi, bir de haşa huzurdan beş kiloluk sarı bir bidonu elime tutuşturdu.
Müteakiben kanımı alması için bir hemşirenin önüne oturdum. Hemşire mesleğin sonuna gelmiş, yaşlı başlı etine dolgun bir hanım idi. Lâstik bir eldiveni koluma sıkıcı bağladıktan sonra kanımı çekip tüpleri doldurdu. Çekmecesinde “yedinde hıfzettikten” sonra , “hadi git” dedi.
Çıkıp gidemedim. Elimde küçük bardak WC .ye gittim. ” Yüzünüze gülsuyu “ bir bardağa “küçük su” yaptım.
Şemsiye, büyük bidon gibi teferruatı bir kenara koyduktan sonra lavaboya geçtim. Temiz lavabolar gıcır gıcır. Sıvı sabunlar şişelerinde tepeleme duruyor.Ellerimi yıkayıp temiz aynada kendime çekidüzen verdim.
Eskiden hastane tuvaletleri böyle miydi?
Mezkur numuneyi lâboratuvar penceresinden içeri bıraktım. Bir müddet koridorda yürüdüm.
Ana koridordan uzun uzun yürüdükten sonra dışarı çıktım.
Sultan II. Abdülhamit Han haza hastane yaptırmış. Duvarlar tertemiz . Koridorlar geniş. Duvar diplerinde birazcık kir bulamazsın. Tavanlar ise yüksek, pencereler geniş ve aydınlık. Kolonlar kalın.
Mazallah bir deprem olsa bu duvarlardan teğet geçer.
Eskiden buranın adı GATA idi, Askeri hastane idi. Şimdi herkese açık.
Eskiden paran olmazsa bir hastaneye girmek her babayiğidin harcı mıydı? Şimdi ,bir profesör doktora parasız muayene olabiliyorum.
Dışarıda demin de dediğim gibi yağmur yağıyor, seller akıyor, bazı yerlerde bir küçük lodoscuklar gölcüklere üfürüyor. Sular üşüyerek ürperiyor...
Hastanenin yemekhanesine geçtim. Yemekler dediklerine göre burada pek sağlıklıymış. Sıraya girip yarim gün süren açlığımı söylemesi ayıp bir parça biftek ile kendimi kandırdım.
Memlekette poşet kıtlığı olduğundan malûm bidonumu kamufle edemeden girdim. Baktım, kimsenin umurunda değil…
Eskiden devlet adamın eline bidon tutuşturmazdı .
Elimde malum sarı bidon yukarı doğru tırmandım.
Bir miktar ana caddeye doğru yürüdükten sonra oradan sol yapıp otobüs durağına ulaştım. Kadıköy otobüsüne bindim. Kartımı vurdum. Ücretsiz yazısını okuduktan sonra boş koltuklardan birine geçtim. Kadıköy’de inip Çiçekçi yönüne giden bir başka otobüse bindim. Otobüs sanki benim gelmemi bekliyormuş hemen kalktı.
Şemsiyemi bidonumu hafızama alarak dışarıyı seyretmeye başladım.
Dışarıda habire yağmur yağıyor, buğulanıp buzlu cama dönmüş hayatlar otobüsün iki yanından akmaya devam ediyordu.
Yediğim yemek mi ağır geldi, yoksa kolesterolum mu azdı. Hafif bir uyku bastırmak üzereyken bizim Nuroş telefon etti. Kendime geldim. Baba yemek yedin mi dedi. Yedim kızım dedim. Ne yedin baba, dedi. Biftek , deyince bastı kahkahayı; : sen zor zayıflarsın baba , dedi.
Durağa gelince bir genç kolumdan tutup aşağı inmeme yardım etti.
Eskiden dizlerim böyle tutulmazdı. Ben böyle mi olacaktım?