CEMAL KARABAŞ

CEMAL KARABAŞ

CAĞALOĞLU'NDA KAĞAN ÇELİK SERGİSİ

Cağaloğlu’nda adam arıyordum. Esasen   adam değil, bir adamın  kitabıydı aradığım . Adam,   Prof. Dr. Mustafa Kara , kitabı ise  Tasavvuf ve Tarikatlar  Tarihi adlı eseri idi. 

Yol hizasından bir merdiven aşağıdaki bir kitapçı dükkanına girdim. 

Aradığım kitabı  buldum. Ne var ki kitap benim yaşımdaki birinin gözünü korkutacak hacimde kalındı. Yazıları ise okumakta zorlanacağım  küçüklükte harfler  ile dizilmişti. Sayfalarına  göz attığımda eserin  bilimsel  ağırlıklı ve    kapsamlı olduğunu, bu sebeple  kısa zamanda okuyamayacağım zehabına kapıldım. 

Gözüm ve gönlüm üzerinde kaldıysa da sonra gelip alırım tesellisiyle kitabı şimdilik almaktan vazgeçtim. 

Raflar arasında geze geze beş altı rafı dolduran Büyüyen Ay yayınlarının yeni eserlerle zenginleştiğini görüp ziyadesiyle sevindim.  Yayınevi yakın  tarihimizin reddi mirasına uğramış bir çok eski yazmayı  gün yüzüne çıkarmayı kendilerine vazife edinmiş. Almasam da parmak uçlarımı onlar dokundurarak onlara teşekkür ettim..

Dolaşa dolaşa  bizim Ahmet Mithat Efendi’nin bulunduğu meskun  mahalde buldum kendimi.  Dergah Yayınları  Efendinin bir çok eserini yeni kapaklarla  basmış.

...Efendi ise terleyen ensesini bohça iriliğindeki mendiliyle sildi, fesini düzeltti. Sakalını ve  gür bıyıklarını sıvazlayıp mendilin içine girdi.  Mendilini tutup şalvarının cebine soktu...

Ben o sırada Efendinin  “ Müsli Süleyman “ adlı eserini tetkik etmekte idim. Nasılsa dalmışım. Uyandığımda  Efendi yoktu. 

Pehlivan heybetindeki koca  ihtiyar ortada yoktu. Hayal görmüş olmalıydım. Rüya mıydı bu? 

Kapıya doğru baktığımda kapının açılıp kapandığını sezer gibi oldum. 

Kitapçı ise hiç bir şeyin farkında değildi. Para hesabı ile meşguldü. Akşam oluyordu.  Birazdan dükkanı kapatmaya niyetliydi.  Bir kaç üniversite öğrencisi bir kitap hakkında sohbete dalmışlardı.  

Dolaşa dolaşa ayaklarıma kara sular inince   bir rafın önünde duraklayıp diz çöktüm. 

Suphanallah

O sırada  raflardan bir çift göz   bana göz kırptı !  Bugün ilaç da almayı unutmuştum. Neydi bu hayaller, bu başıma gelenler? Karşıma dikilen bu isim de eski bir dost.  Dergâh yayınları Erzurum Kitaplığı dizisinde 1. Büyük Millet Meclisinin gür ve demokrat sesi Hüseyin Avni Ulaş ‘ın hayat hikayesini basmış.  Eseri  Muammer Çelik hazırlamış. Milletvekilliği, İstanbul 5. Noterliği de yapan bu yiğit adamın ismi her zaman  gönlümde yer etmişti. Bu da haza ,  adam gibi adamlardan biriydi.  

Hakkında yayınlanmış bir iki kitap dışında başka çalışma bulunmayan bu  adamın  kitabını koltuğuma vurup kitapçıdan  çıktım, Arnavut kaldırımlardan düşe kalka   aşağıya, Sirkeci'ye doğru yürüdüm. 

İran Başkonsolosluğunun duvarını izlerken sola dönen  sokağın  sağ başında bir galeri görürsünüz.  Köşe başını tutmuş küçük bir yapıdır bu. 

Akşam aşağılara doğru inerken baktım karşı köşedeki  küçük galerinin ışıkları yanıyor. Geç kalmışlar,  kapatabilirler endişesiyle hemen galerinin  cam kapısına yöneldim.

Kapıdan galerinin  “ Bağımsız Sanat Vakfı" na ait olduğu yazılıydı. Küçük galerinin alt salonunda sanatçı  oldukları her hallerinden belli olan bir grup adamın bir masa etrafında oturup çene çaldıklarını gördüm. 

Tanıdık kimse yoktu. Serginin yukarıda olduğunu anlayınca bir merdiven boyu dolandım. Beyaz boyalı, aydınlık bir odanın dört bir duvarına asılmış eserler gördüm. Ortadaki küçük sehpa üzerinde küçük tabaklarda kuru yemişler, meyve suları ve bir kaç tabak içinde ortalarına kürdan batırılmış  atıştırmalıklar vardı. 

Açılış olmalı, diye düşündüm. Artık olan olmuş davetsiz misafir olarak sergiye katılmıştım. Mahcubiyetimi bırakıp bir kaç çekirdek ile bademi ağzıma attım. 

Bir kaç dakika sonra aşağıdaki eşhas yukarıya çıktı. Çerezler önünde sıraya girdiler Bir kaç atıştırmadan sonra sanatçı çevresinde kümelenme oldu. Ben de kümenin yanına gittim.  Sen de kimsin demesinler diye biraz  kenar durdum. Ortam   tenhalaşınca  sanatçıyı sordum. İnce narin yapılı genç adam benim , dedi. Son derece gösterişsiz, tevazu ile duran sanatçı ile tanıştım.  Benim , bir ara karikatür çizdiğimi söyleyince bakın ki tesadüfe kendisi de eskiden  Gırgır' da karikatür  çizdiğini anlattı. Ortak noktada buluşmuştuk. Bazı tanıdıklar üzerine konuştuk. Durmayıp bu efendi bir sanatçı ile   hatıra olsun diye  resim çektirdim. 

“Titreşen Katmanlar” başlığıyla açılan serginin küratörü Hülya Yazıcı.

1972 Köln doğumlu sanatçımız  Kağan Çelik bir iç mimar. Bir çok uluslararası projede rol almış. Başarılı bir tasarımcı, uygulamacı, organizatör.

Sergideki eserlerinde sınıfı bir sanatçının titiz işçiliği, nakışını ilmik ilmik dokuyan bir nakkaşın sabrı  görülüyor.  

Küçük ahşap parçalarıyla , yapboz kartonlarıyla sonsuzluğa doğru açılan bir evrenin kapısı açılıyor önünüze. Aklınızı başınızdan alıp giden bir kapı bu. Nasıl tarif etsem diye düşünürken sergi kataloğundaki ifadeler rehberim olsun dedim. Sanatçı “eseriyle uzay içindeki bireyin, toplumun, gezegenin hareketlerini arıyor...Evrendeki her  titreşim bir  düşünceyi açığa çıkarmaya çalışıyor...Katmanlar uygarlığı merkezine alıyor...Geometrik sınırlarla çerçeveli her birim bir hikaye anlatıyor...Dikey yatay konumlu birimler çok boyutlu algılara yol açıyor...

Carl Sagan'ın  “ muhteşem  bir şey , bir yerlerde keşfedilmeyi bekliyor"  arayışında olan sanatçı, eserlerini üretme sürecinin “ kendini ifade tutkusu olduğuna” vurgu yapıyor. 

Sanatçı renk ve kat kat katmanlandırdığı  biçimleri bağırmadan ,çağırmadan dikdörtgen çerçevelere oturtmuş, fikirlerini uzaya doğru savuruyor.

<