Bu zulüm senin sayende
Akrep gibisin kardeşim
Korkak bir karanlık içindesin her daim
Serçe gibi telaş içindesin
Midye gibi kapalı, rahat
Sönmüş bir yanardağ ağzı gibi korkunçsun
Bir değil, beş değil, milyonlarlasın maalesef
Koyun gibisin kardeşim
Gocuklu celep kaldırınca sopasını
Sürüye katılıverirsin hemen
Üstelik mağrur koşarsın salhaneye
Dünyada en tuhaf mahluksun.
Derya içre olup deryayı bilmeyen balıktan bile tuhaf.
Bu dünyada bu zulüm senin sayende
Açsak, yorgunsak, alkanlar içindeysek eğer,
Emeğimizi vermek için üzüm gibi eziliyorsak kabahat senin.
Kabahatin çoğu senin, canım kardeşim.
xxxx
Nazım Hikmet 1947’de böylesi mısralarla bir şeyleri anlatmaya çalışmış. Şiiri birebir almadım. Bazı
kelimeleri eksilttim. Anlatılmak istenen anlama zarar vermedim.
Vezinsiz yazılan şiirlerde lüzumsuz kelimeler hep vardır. Hatta çoğu şiir bile değildir. Ama burada
anlatılan bir bütünlük var. Şiirde mısra bütünlüğü olmalı, o yoksa beyit bütünlüğü olmalı. Bunların
yanı sıra şiir bütünlüğü olmalı. Birbiriyle alakasız cümleleri mısra diye alt alta yazmakla şiir olmaz.
Hatta büyük laflar da edebilirsiniz. Filistin’deki yetim çocukları falan anlatabilirsiniz ama şiir olmaz.
Şiirde üç bütünlük aranır. İki de büyük sanat; musiki ve resim.
xxxx
Şiire dönüldüğünde Gocuklu celep dediği Nazım Hikmet’in kepenekli çoban olmalı. Ya da kesilmeye
götürülen koyunların halinden söz ediyor olmalı.
Gocuklu celep kaldırınca sopasını
Sürüye katılıverirsin hemen
Üstelik mağrur koşarsın salhaneye
Dünyada en tuhaf mahluksun.
Bu mısralar şahane bir tahlildir. İnsanımızı, milletimizin fertlerini ve siyasetçilerin davranış biçimini
muhteşem bir levha gibi önümüze koymuş.
Eskiden siyasi partiler yüzdenin dörtte birini aldılar mı mutlu olurlardı. Şimdiki siyasetçiler oyların
yarısını aldıklarında bile tatmin olmuyorlar. Eskiden insanımız daha bir kişilikli miydi dersiniz? Şimdi
daha bir koyunlaşma mı var. Eli sopalı celep işaret verdiğinde milletin yarısından fazlası bir mağrur
eda ile salhaneye koşuyor.