Abdülhak ve Şinasi
Bir baba düşünün Türk edebiyatının ünlü gazetecisi Şinasi’ye hayran. Gazetelerde onun yazılarını büyük bir dikkat ve beğeni ile okuyor. Ona hayran. Öte taraftan bir şair var. Şairi Azam demişler ona. Şık giyiniyor, gittiği her yerde tek camlı gözlüğü, göğsünde, ceketinin göğüs cebinde şık bir mendil var. Şiir okudu mu dinlemeye doyulmuyor. Bu kadar uçuk şıklıkta giyinen bu adam aynı zamanda memleket meselelerine son derece vakıf ve faal bir insan. Baba ona da hayran. Bu hayranlık içinde ona bir erkek evlat veriyor Allah. Adam bu iki hayran olduğu insanın ismlerini bir arada ona isim olarak veriyor. Abdülhak Şinasi. Yıllar sonra çok değerli eserler verecek bir yazar olan bu erek evladın ismi böylece verilmiş oluyor.
Xxxx
Abdülhak Şinasi beyin babası da ciddi bir yayıncı ve edebiyatçı. Zaten edebiyatçı olmasa iki büyük şaire hayran olur muydu? Romancı. Türkiye'de ilk edebiyat dergilerinden 1882-1883'te yayınlanan Hazine-i Evrak'ın yayıncısı, öykü ve eleştiri yazarı Mahmud Celaleddin Bey.
Çocukluğu Rumelihisarı, Büyükada ve Çamlıca'daki konaklarda geçti. Mürebbiyelerinden Fıransızca öğrendi. Tevfik Fikret'ten Türkçe dersleri aldı. 1905'te Mekteb-i Sultani'yi (Galatasaray Lisesi) bitirdi. 1905-1908 arasında Paris'te Siyasal Bilgiler Yüksekokulu'nda öğrenim gördü. Jön Türk hareketine katıldı. O dönemde Paris’e gittiyse bir genç, çağdaş ve Batıcı olmaya karar vermişse Jön Türk hareketine dahil olacak ve devletin başındaki isimlere sövecekti. Modaydı bu, güncel akımdı. 2'nci Meşrutiyet'in ilanından sonra İstanbul'a döndü. 1909'da bir Fıransız şirketine memur olarak girdi. 1924'te Reji İdaresi'nde çalışmaya başladı. Balkan Birliği Cemiyeti Genel S keatiplik yaptı. 1945'te Uluslararası Barış Kongresi'ne katılmak üzere ABD'ye gitti.
Xxxx
1948'den sonra ölümüne kadar aralıksız İstanbul'da kaldı. 1921'den sonra "Dergâh" dergisinde "Kitaplar ve Muharrirler" başlığıyla yazdığı eleştirilerle adını duyurdu. Yarın, İleri ve Medeniyet dergilerinde şiirleri, eleştirileri yayınlandı. Cumhuriyet'ten sonra Ağaç, Türk Yurdu, Ülkü ve Varlık dergileriyle, Milliyet ve Dünya gazetelerinde yazdı.
Abdülhak Şinasi Hisar bu dergi ve gazete yazarlığının ardından daha kalıcı eserler vermek için artık yeterince birikimi olduğunu düşündüğünde romanlar yazmaya başladı. Romanlarında hikeayesinde yer verdiği kişilerin duygularını olaylardan daha fazla önemsedi.
İlk romanı "Fahim Bey ve Biz" 1942 Cumhuriyet Halk Partisi yarışmasında üçüncülük ödülü aldı. Bu eser eleştirmenler tarafından "akıcı bir dil ve yetkin bir üslupla kaleme alınmış" diye değerlendirildi.
Xxxx
İşte o günlerde Türkiye tek parti iktidarında yaşıyordu ama o tek parti sadece sandıktan çıkma hesabıyla hareket etmiyordu. Düşünebiliyorsunuzdur. Edebiyat alanında, roman yarışması açıyor ve kazanana ödül veriyor. Sanatın her dalında teşvikleri ve eğitimi veriyor. Ah şimdi siyasi partilerin bir tek hedefi var. Demokrasiyi sandıkrasiye çevirmek. Sandıktan çıktım, he arzumu gerçekleştiririm hastalığı yoktu o zamanlar.
Xxxx
Romanlarında Rumelihisarı, Büyükada, Çamlıca üçgeninde varlıklı, gününü gün eden, sorunsuz insanların günlük hayatını kaleme aldı. Bu çevrelerin dışındaki yaşamı basit ve aşağı buldu.
Abdülhak Şinasi Hisar, Türkiye’nin o günlerde etkisi hala süren Fıransız edebiyatçılarından etkilendi. Kahramanlarının hepsini dengesiz, gariplikleri olan, içine kapanık, başarısız ve hayalleriyle avunan kişiler olarak kurguladı. Olaylardan çok kahramanlarının duygu ve düşüncelerine öncelik verdi. Şiirsel bir dil ve özgün bir teknik kullandı.
Hisar üç adet roman yazdı.Fahim Bey ve Biz (1941), Çamlıca'daki Eniştemiz (1944)
Ali Nizami Bey'in Alafrangalığı ve Şeyhliği (1952)
Hisarın hatıra ve deneme tarzı eserleri de Boğaziçi Mehtapları (1943)
Boğaziçi Yalıları (1954),Geçmiş Zaman Köşkleri (1956)
İnceleme eserleri ise Pierre Loti (1958),Yahya Kemal'e Veda(1959), Ahmet Haşim'in Şiiri ve Hayatı (1963), Aşk İmiş Her Ne Var Alemde (1955,Geçmiş Zaman Fıkraları (1958, antoloji)
Abdülhak Şinasi Hisar edebi eserlerinden çok hastalık derecesine varan temizlik tutkusuyla gündeme hep damgasını vurmuştur. Hemen her edebiyatçı, arkadaşı onun temizlik tutkusuyla ilgili bir fıkra anlatırlar.
Süleyman Nazif de birlikte lokantada yemek söylüyorlar garsona. Süleyman Nazif, garsonu uayırıyor. Oğlum suyu iyice yıka da getir diye takılıyor.