Kerim EVREN

Kerim EVREN

KARINCA ÖPÜCÜĞÜ

Toprak ve gökyüzü... Çocuk ruhumuzun kanat çırptığı sınırsız, sonsuz uçuş aralığı. Gerçi toprak dediğimiz şimdi balkondaki saksılarda. Ama olsun. Güzün çoktan kışa dönmesine karşın dünyaya çiçek çiçek gülümsemekte ayak direyerek bizi avutuyor.

... Ve karıncalar. Saksılardan çıkıp balkonun soğuk demir korkulukları üzerinde telaşla ilerliyorlar. Korkuluğun üst yüzeyi yeterince geniş, geçerken birbirlerine yol vermeleri gerekmiyor. Ama o ne? Kıdemli bir doğa gözlemcisi olarak ilk kez böyle bir şeyin ayırdına varıyoruz; birbirine karşıt yönde ilerleyen karıncalardan bir teki bile ötekine dokunmadan geçmiyor. Hem de ağız ağıza, burun buruna...  

Edip Cansever'in ünlü dizesini tersyüz ederek söyleyecek olursak 'çocukluk gibi, hiçbir yere gitmeyen' gökyüzünün altında, her karşılaştıklarında birbirlerinden -belki de bir tür- öpücüğü esirgemeyen canlıların hâlâ var olması, bir Storm öyküsü gibi, bu dünyaya ait değil sanki. 

'HAYDUT HANS' İLE FIÇIDA

Alman yazar Theodor Storm'un (1817-1888), çocukluktaki oyun arkadaşlarından biri, 'Haydut Hans'tı. Yoksul bir eskicinin yetim oğlu olan Hans'a belediye bakıyordu. Storm, birlikte sık sık sığındıkları büyük bir fıçının içinde 'Haydut'un kendisine anlattığı görkemli öyküleri unutmadı. Büyüyünce ilkin "Üç Masal", sonra da "Fıçıdan Öyküler" adıyla (Çağdaş Yayıncılık, Aralık 1999, Türkçesi: Nijat Akipek) kaleme aldı.

Fıçıdan Öyküler'in önsözünde, Hans'ın hepsi düşlem ürünü serüvenlerinin üzerlerindeki etkisini şu çarpıcı tümceyle dile getiriyor, yazar:   

"(Fıçıdan çıktıktan sonra) Uzun süre, içimizde bu dünyadan olmayan bir ışık bulunduğunu herkes yüzümüzden okuyabilirdi." (sayfa 11)

En donuk ruhları, taş yürekleri yumuşatma, canlandırma, ateşleme gücü içeren o tansıksı (mucizevi) ışık, keşke aydınlattığı 'insan' yüzlerinden 'ışık hızıyla' çekip gitmeseydi!

"(Çölleşen ülkesi için suyu arayan genç ve güzel Maren:) Bakın! İnsanın saçları kırlaşır, gözleri kırmızılaşır; kendisi çirkinleşir, neşesiz, can sıkıcı olur! İşte, gördünüz mü, Bayan Trude? Biz buna yaşlı deriz!" (Agy. "Yağmur Perisi Trude", sayfa 45)

'SIKILMAK' ÜZERİNE...

Storm'un kahramanı Maren'e söylettiği gibi, 'yaşlılar can sıkıcı' olabilirler elbet.

Peki, yaşlıların kendilerinin 'sıkılmaları' yaygın ve olağan mıdır?

Fransız yazar George Sand (1804 -1876), insana yaş sınırı koymadan şu genellemeyi yapıyor:

"Bir tutukevi hücresinde kapalı, güneşten ve havadan yoksun olmadıktan sonra, akıllı bir insan nasıl olur da sıkılır?" (Therese ile Laurant, Türkçesi: Turan Gülçür, Çağdaş Yayınlar, Kasım 2000, sayfa 125)

Sand'ınki, üzerinde düşünülmeye değer bir tez.

Suçlu insan, demir parmaklıkların ardına kapatılmayı, 'müstahak olduğu ceza' diye görebilir, dahası pişmanlık duyguları içinde 'arınma' fırsatı' bile sayabilir.   

Ama öte yandan, toplumca kendimize boy aynası tutarsak... 

Hukuk ve vicdan terazisinde masum oldukları gün gibi ortaya çıkmışken inatla cezaevinde tutulanların hâttâ 2022'nin sonlarında biri hepimizin gözü önünde neredeyse resmen öldürülen (84 yaşındaki Vural Avar) ile onların yakınlarının içinde bulundukları ruhsal durum, 'sıkılma' sözcüğüyle açıklanabilir mi!

"Sıkılma"yı; olsa olsa 'utanma ve çekinme duygusu, hicap' mecaz anlamıyla anayasa ve yasa tanımayanlar için bir dilek sözcüğü olarak kullanabiliriz.

SİMBİYOTİK YAŞAM

Kendi payımıza 'akıllı' sıfatını bir yana koyarak Sand'ın tanımlamasına belki çok yaklaştığımız bu yaşımızda, 'sıkılmaya zamanımızın olmadığını' söyleyebiliriz.

Örneğin, son olarak limon ekmeyi öğrendik...

Önce limonun çekirdeğinin üzerindeki zar çıkarılıyor.  Nemli bir kâğıda alınan çekirdek, çimlenmesi için on gün kadar bekletiliyor. Sonra çimlenen kısmı alta gelecek şekilde toprağa ekiliyor. Ama, işin bir püf noktası var; çekirdekleri tek başına değil, birbirine yakın olarak ikişer tane ekmemiz gerekiyor. 

Çünkü, bitkiler arasında "simbiyotik yaşam (ortakyaşarlık)" ilişkisi var. Kökleri aracılığıyla birbirlerinin eksiğini gediğini gideriyorlar; güçlü olan, zayıfı besliyor.  

Kimi hayvanlarla bitkiler arasında da karşılıklı yaşamsal ilişki kuruluyor. Örneğin, bizim balkon korkuluğunun üzerinde öpüşen karıncalar, akasya ağacı kovuklarına yuva yapmayı çok seviyor. Ev sahibi akasya onlar için şekerli bir madde üretiyor. Karıncalar da ağacın yapraklarını yemeye çalışan böcekleri yok ediyor. Dirimbilimde (biyoloji) bu ilişkiye "mutualizm" deniliyormuş.

'ÖPEYİM DE GEÇSİN'!

"Karınca öpücüğü" dedikse koloni olarak veya toplumca birbirine sevgi bağlarıyla bağlı olmaya, öpüşüp koklaşmaya tabii ki evet de...

Öpeyim, geçsine (!) safdilce bel bağlanmamalı.

Afrika'daki Masai Kabilesi savaşçıları, karıncaların bildiğimiz birer cerrah olduklarını saptamışlar.

Bir karınca, yabancı koloni üyesiyle kapışıp yaralanınca arkadaşları derisini hekim titizliği içeren kendi yöntemleriyle dikip yarayı sağaltıyor.

Yerküre üzerinde bulundukları yüz milyonu aşkın yılda öğrendikleri davranış bu.

Masai yerlisi, bir kolonideki en sağlıklı gördüğü birkaç karıncayı 'seçip' yarasının üzerine koyuyor. Gerisi kendiliğinden geliyor.

Beş milyon yıllık geçmişi olan insan neslinin üyeleri olarak bizim de sağaltmayı öğrenmemiz gereken birçok yaramız var.

Yoksa eli kulağında; çoktan kaptığımız enfeksiyon, bütün bünyeyi sardı saracak.

Yeni girdiğimiz 2023 yılının; sağlıklı, çalışkan, 'Rabbena hep bana!' demeyen, yandaş kayırmayan, nefret yerine sevgiyi kutsayan, aklı ve yüreği toplumuna hizmet aşkıyla dolu, hak - hukuk - adalet karıncalarıyla 'ortakyaşarlık yılı' olup olmaması da yine bizim 'seçimimiz'.

DİL YANLIŞLARIMIZ

Kanal 360'taki "Ben Bilirim" yarışmasını ilgiyle izliyoruz. Alper Ateş, bilgili, titiz, güler yüzlü, sıcakkanlı bir sunucu. Ancak bu bilgi / kültür yarışmasının sorularını hazırlayanlar, kimi zaman dil yanlışı yapıyorlar, Ateş de ayırdında olmadan onları yineliyor. Birkaç kez ekranda gördüğümüz söz konusu yanlışlardan biri:

"Ebatlar"! 

Arapça "ebat" sözcüğü, 'boyutlar' anlamında zaten çoğuldur. Ayrıca bir çoğul takısı daha eklenerek "ebatlar" denmez.

* Bir siyasal parti lideri, tv ekranlarında şunu söyledi:

"Emeklilikte yaşa takılanların 'malî portresini' çıkarmamız lazım."

"Portre" (Fr. portrait), bilindiği gibi, bir kimsenin yağlı boya, sulu boya, kara kalem vb. bir yolla yapılmış resmi, demek.
Sayın liderin kastettiği ise yine Fransızca kökenli ekonomi terimi olan ve 'bir iş için gereken para tutarı' anlamına gelen "porte" (Fr. portée).

Liderlik koşullarından birinin, 'dili doğru ve güzel kullanmak' olduğu unutulmaya! 

GRAM GRAM 'EPİGRAM'

Düşmez bu İstanbul kaleleri, inan

Burçlarda böyle dipçik gibi durdukça

Yüz iki yaşındaki gepgenç bir fidan;

'Boğaziçi' çınarı Nermin Abadan. 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Kerim EVREN Arşivi