Kerim EVREN

Kerim EVREN

HIRÇIN KEDİLER DİYALOĞU

Bayram sabahı, hoş bir şaşırtıyla (sürpriz) karşılaştık. Sokağın başındaki evin gölgeliğinde, yenidoğan üç kedi yavrusu birbirine sarılmış yatıyordu.

Mahallenin bir süredir 'yüklü' olan "Kehribar"ı, doğurmuş.

Sabah güneşinin, karşı köşedeki ıhlamur ağacı dalları arasından sızan parlak ışın demeti üzerlerine düşmemiş olsa varlıklarının ayırdına zor varırdık. 

Bu bir rastlantı olamaz; "Kehribar Ana", yavrularını hem ısınsınlar hem de biz görelim diye bir tür ramp ışıklarının altına taşımış. Sanki bizim, hayvan dostlarımıza karşı görevimizi savsaklama seçeneğimizin olmadığını biliyor gibi.

(İki buçuk yaşındaki torunumuz Mert, akşam yemeğinden sonra telefonla her görüştüğümüzde, bizden hesap soruyor: "Kedileye salam veydiniz mi?..)

SORUMLULUK

Gölgeliğin üzeri, Marsilya tipi dedikleri dışbükey kiremitle kaplı. Çatıyla gölgelik arasında bir metreyi biraz aşan düzey farkı var. Kehribar'ın çok rahat inip tırmanabileceği yükseklik bu. Gelgelelim Kehribar çatıda, bakışları yavrularının üzerinde ama gölgeliğe atlamıyor. Yavrularının yanına, evin öbür yanına geçip elli metre dolaşarak gitmeyi yeğliyor.

Acaba, dışbükey zemine atlayınca çok küçük bir olasılıkla bile olsa ayağım kırılır da çevreyi dolaşıp yiyecek bulamam, dolayısıyla da yavrularımı emziremem, kaygısından mı?

Bizce öyle.

"Kehribar Ana", doğadaki hemen her dişi gibi sorumluluk duygusu yüksek bir canlı.

Babaları ise ara ki bulasın!

Eskimiş Arapça bir sözcük olup 'anne - baba' anlamında kullanılan "ebeveyn"; aslında 'iki baba' demek.

Arapça "-eyn" eki, sözcüklere 'iki' anlamı yüklüyor.

"Ebe"nin aslı "ebu"; 'baba' demek.

"Ebeveyn" de 'iki baba'...

Araplarda 'kadının adı olmadığı' için böyle.

Bizde var mı ki?

Yok.

Araplara özentimiz arttıkça hiç de olmayacak.

En basitinden, çocuklarının sünnet, nişan, düğün okuntularında (davetiye), aile büyüğü olarak yalnızca kendi adını yazan. eşini adı yazılmaya değimli bulmayan Şam babalarını düşünün. 

DİYALOG / DİYALEKTİK

"Ebu" aynı zamanda 'maço kültürünü' akla getiriyor.

Önüne gelene 'babalanmayı'... 

Diyaloga kapalı olmayı...

Felsefede "diyalektik" kavramı, "diyalog"dan geliyor.

Diyaloğun babası da Platon.

İngiliz düşünür ve matematikçi Whitehead'e göre bütün Batı felsefesi, Platon'a düşülmüş dipnotlarından oluşuyor. 

Bizim "Kehribar Ana" yavrularıyla, yavrular da birbirleriyle 'koklaşa koklaşa' anlaşıyorlar.

İnsanlar ise 'konuşa konuşa'; Platon'un yöntemi 'diyalog'la...

Öz Türkçesi "eytişim" olan "diyalektik; gerçeğe ancak diyalog / mantıklı tartışma /akılcı sorgulama yoluyla varılabileceğini" içeriyor.

PLATON / EFLATUN

Biz Türkler, Platon'a "Eflatun" diyoruz.

Çünkü, Müslümanlığı benimsediğimizden beri ağızlarının içine baktığımız Araplar öyle diyor.

Arapçada 'p' sesi yok. Yabançı dillerden alınma sözcüklerdeki 'p', Arapçada 'f' oluyor. Aynı şekilde 'o' sesi de yok ve ithal sözcüklerde 'u'ya dönüşüyor.

Araplar Platon'u anlayıp yaşamlarına geçirebilseydiler, "diyaloğu / diyalektiği" de öğrenirlerdi. 

Biz de yine onlara uyup öğrenmedik.

Hâttâ, millî eğitimde felsefe derslerini müfredattan çıkardık!  

Bu da kesmeyince demokrasinin ta kendisi demek olan laikliğin temeli 98 yıllık Tevhid-i Tedrisat Kanunu'nu (Öğretim Birliği Yasası) bütünüyle rafa kaldırdık, ciddi ciddi medrese düzenine geçiyoruz.

Cumhurbaşkanımız, geçen hafta Ayasofya Fatih Medresesini 98 yıl sonra açarken Atatürk Aydınlanması dönemini kastederek 'camilerin ahır yapıldığı' söylemini kim bilir kaçıncı kez yineledi. 

"Yarının alimleri, münevverleri, bilim insanları, araştırmacıları (Fatih Medresesinden) yetişecek. " dedi.

Medrese eğitimi, 'hafızlığa' dayanıyor. Çocuklarımız "nas"ları ezberleyecek; sormayan, sorgulamayan, akıl / mantık yürüt(e)meyenden alim (bilgin), münevver (aydın), bilim insanı, araştırmacı nasıl olacak?..

Sayın Cumhurbaşkanı, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Batılılaşma adına yapılanlar hem millî bünyemizde hem de milletimizin hafızasında çok derin yaralar açmıştır. Bizans hayranı, Batı'dan çok Batıcı, milletin değerleriyle kavgalı bu zihniyet binlerce yıllık kültür hazinemizin kıymetini de bilememiştir."

BAYRAMLAŞMADILAR

Oysa, Cumhurbaşkanı'nın sözünü ettiği "kavga kültürü", günümüz Türkiye'sinde "milletin değerleri" ile olmaktan çok, Platon'un "diyalog / diyalektiğini" kavrayamamış ya da içselleştirememiş kişiler arasında yapılıyor.

Kimsenin kimseye kulak verdiği yok.

Örneğin, bir dinsel bayramı geride bıraktık, kimi siyasal parti yetkilileri kimi rakipleriyle yine bayramlaşmadılar. 

Bu durum, 'milletin değerleriyle kavgalı olmak' değil de ne?

Efendim, tabanları kabul etmezmiş!

Eğer öyleyle tabanlarınızla sağlıklı 'diyaloğa' geçip Anayasa'ya, ilgili yasalara göre kurulmuş siyasal partilerle sevgi bağınız bulunmasa bile saygı ilişkisi içinde olunması gerektiğini partililerinize anlatacaksınız.

HAKARETİN BİNİ BİR PARA

Ama, bunun tam tersi yapılıyor; hakaret çıtası sürekli yükseltiliyor...

Bir iktidar partisi yetkilisi çıkıp Ana Muhalefet yetkilisine "kahpe" diyebiliyor.

Bir başka yetkilinin muhalif seçmenlere uygun gördüğü sıfat:

"Dangalaklar..."

Aynı kişi, kendisinin cansiparane savunduğu Çanakkale Köprüsü'nü, bölgeden dönüşte kullanmak yerine feribota binmeyi yeğlediğini yazan gazetecilere:

"Geri zekâlılar!"

Gözlerinden kıvılcımlar saçarak konuşan bu yetkilinin diksiyonu berbat olduğundan, söylediklerinin yarısını anlayamıyoruz; yuttuğu hecelerin arasında daha da ağır hakaretler yer alıyor olabilir.

Öte yandan koskoca bir Bakan, bir parti liderine ağza alınmayacak sözlerle saldırıyor:

"... Hayvandan aşağı..."

Profesör unvanlı söz konusu parti lideri de onu Bakanlığının önünde düelloya çağırıyor.

Hazretlere sormak gerekiyor:

Seksen üç milyonun geçim sıkıntısından zaten canı burnundayken siz ülkede barışı, erinci böyle mi egemen kılacaksınız?

Ya da halkımıza, 'Bizden size hayır yok. Tartıştığınız kişiyi sokağa çağırıp kendi adaletinizi kendiniz sağlayın!' demeye mi getiriyorsunuz?

İMAMOĞLU OLAYI

Bu arada, İBB Başkanı İmamoğlu'nun Karadeniz gezisinde kimi gazetecileri 'VIP otobüsü'ne almasını da uzun uzadıya yazacaktık, fazlaca yerimiz kalmadı. Şu kadarını söylemekle yetinelim:

Politikacı için her kesimden, her siyasal görüşten gazeteciye kucak açmak, onlara kendini anlatmak, savunageldiğimiz 'diyalog' çerçevesinde uygar bir davranış, hâttâ zorunluluktur.  

Ancak, kimi 'Kabataş yalancısı' olan; kimi ülkemizin kamu kaynaklarını talan eden bir iş insanına daha birkaç gün önce 'mağdur edebiyatı' yaptıranlar, sayın İmamoğlu'na bel bağlayan milyonların gözünde "VIP" (Very important person: Çok önemli kişi) midir?

Ekrem Başkan, oturup kalkmasından konuşmasına, duruşundan gülüşüne değin her yönden örnek bir lider eşi olan "Kehribar Ana" Dilek İmamoğlu'na danışmış olsa sanırız böyle önemli bir yanlışa düşmezdi.

Neyse...

Bir tecrübe bin nasihatten evladır, diyelim.

GRAM GRAM 'EPİGRAM'

Ne yurtsever aydınlara tahammül var

Ne bebelere çağdaş eğitim 'caiz'.

Şimdi de bilim yuvası Nesin Vakfı'na

Devlet destekli bir tarikattan taciz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Kerim EVREN Arşivi