M. RIDVAN SADIKOĞLU

M. RIDVAN SADIKOĞLU

DİN(İ)DAR-3

İlahi hitap, yeryüzünde kurulmasını işaret ettiği ve “darüsselam” olarak andığı dünya cennetini “öteki” ile birlikte inşa etmenin yolunu açmak adına “birlik ve beraberlik” çağrıları yaparken; din-i-darlar “ötekine rağmen” ve sadece kendilerinden olanlarla bir cennet hayali içindedirler.

İlahi hitap, dinin evrensel olduğunu, zaman ve mekân fark etmeksizin bütün insanlığa hitap ettiğini işaret ederken; din-i-darlar anlaşılamaz bir ısrarla, dini mahalli bir algıya hapsederek, “Allah sadece bizim” sanrısı içinde ömür tüketmektedirler. 

İlahi hitap; yoksulluğu yok etmeyi, sosyal adaleti hâkim kılmayı, özgürlük ve dayanışmayı yaygınlaştırmayı, sömürüyü silip atmayı amaçlarken; din-i-darlar yardım edilmiş ve yardım edilmesi gereken yoksulları, zenginlerin vicdanlarına havale etmektedir.

İlahi hitabın ahlâkını övdüğü son nebi, gelmiş geçmiş en büyük devrimci iken; din-i-darlar tarihin ve belli bir coğrafyanın bir kesişim noktasında takılıp kalmış ve oradan nakledilen değerleri muhafaza etmenin derdinde kıvranmaktadırlar. 

İlahi beyan, din dediği yaşam biçimini hayatın tüm alanlarında yaşanması gereken değerler bütünü olarak anlatırken; din-i-darlar, bu değerler bütününü belli zaman dilimlerine, yünlü seccadelere, bonusu bol gecelere sığdırmaya çalışmaktadır.

İlahi beyan, din denen değerler bütününden güç alarak “Müslümanım” diyen her kişinin yaşadığı çağa koşulsuz sevgi, katıksız merhamet ve amasız adalet gibi değerleri taşımakla mükellef olduğunu fısıldarken; din-i-darlar yaşadığı çağa bu değerlerle şekil vermek yerine kapital dinine iman etmiş bir halde yaşadığı çağın şeklini alırlar. 

Sayısını sayfalarca, hatta biraz olsun yürek teri dökebilirsek belki de ciltlerce artırabileceğimiz bu zıtlıklar zincirine baktığımızda görüyoruz ki; din-i-darlar bir ezber üzerinden yaşıyor ve hayata ilişkin her durumu da tabiatıyla bu ezber üzerinden, üstelik hiç düşünmeden karara bağlıyor; kendilerini 'aydınlanmış', kendileri gibi düşünmeyenleri de 'cahil' kabul ediyorlar. Onlar; her daim ve tartışılmaz biçimde haklı, onlar gibi düşünmeyen diğer herkes ise haklılığını her gün ispatla mükellef hale geliyor. 

Durum bu olunca da, bizi ruh köklerimize bağlayan bağlar zayıflıyor. Din denen değerler bütünü, nebevi bir ikazla “güzel ahlâk” olarak tanımlanmış olmasına rağmen, ahlâk ile aramızdaki uçurum, gün geçtikçe derinleşiyor. 

Çünkü inandığımız veya inandığımızı iddia ettiğimiz değerleri birkaç kelimeyle özetleme, onları bir zihin hapı, bir akıl drajesi haline getirerek pratize etme gayretleri, o değerlerin kısa zamanda ruhsuz klişeler haline gelmesine yol açıyor. 

Ama biz buna rağmen meraklarımızın bile sıradan hale geldiği, dini meselelere dair kavrayışlarımızın birtakım dünyevi kriterlerle yoğrulduğu, meselelerin uhrevî boyutlarının neredeyse tümüyle ihmal edildiği bir inanç kültürünü aramızda dolaştırıyoruz.

Kör bir inat ve acınası bir aldanışla; yaşamı yeme, içme, uyku, üreme ve ölümden ibaret gören; nezaketin, zarafetin, bilgeliğin, hayatı güzelleştiren sırların peşine düşecek hevesi çoktan geride bırakmış; her kötü giden şeyden, her eksik bırakan çözülüşten, her doldurulamaz boşluktan hep “başkalarını” sorumlu tutmayı alışkanlık edinmiş bir insan tipi de bu algıyla hızla yayılıyor. 

(Devam edecek)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
M. RIDVAN SADIKOĞLU Arşivi