M. RIDVAN SADIKOĞLU

M. RIDVAN SADIKOĞLU

DİN(İ)DAR-1

Kendini, muhafazakâr ya da başka bir deyimle mütedeyyin olarak tanımlayan kesimle ahlâk kavramı arasındaki uçurum kapanmadıkça, sanırım hem kendi nefsim hem de bu kesimle mücadelem hiç bitmeyecek ve gerekirse son nefesime kadar bu konudaki haykırışımı sürdüreceğim. 

Zira yeryüzüne iyiliği, sevgiyi, merhamet ve adaleti tesis etmekle mükellef kılınmış ve bu mükellefiyeti ömürlerimize yük, yüreklerimize dert etmiş Müslümanlar olarak dünyada olup biten her kötülüğün üzerinde parmak izlerimiz olduğunu düşünenlerdenim. 

Ama -başta kendi nefsim olmak üzere- öyle bir algıya sahibiz ki, kelime-i şehadet getirip yeryüzüne şahit olmak için geldiğimizi kabul etmekle birlikte, kendimizi “kurtulmuş” olarak vehmetmemiz yetmiyormuş gibi, ahlâk kavramının bu şahitlik ikrarı ile birlikte verilmiş “bedava” bir yazılım olduğunu sanıyoruz. 

Bu algı yanılması da, ne yazık ki “inanan” kesim ile ahlâk arasındaki uçurumun gün geçtikçe daha çok derinleşmesine sebep oluyor ve biz yaşam konforlarımızdan taviz vermediğimiz için, karanlık siyahını günden güne daha çok koyulaştırıyor. 

Peki neden?

Sanırım “neden” sorusunun cevabına geçmeden önce,  aslında “din” kavramının tanımını iyi yapmak gerekiyor. Çünkü zannımca andığım sorunların ana kaynağı, bu kavramın tanımının iyi yapılamamasından kaynaklanıyor.

Toplumsal kültürün gölgelediği yahut küllendirdiği anlam sapmalarını silip, berrak bir tanıma ulaşmak için de; İlahi hitabın bu konudaki sosyolojik bakışına odaklanmamız gerektiğini düşünüyorum. 

Zira kalbimizle aklettiğimizde görüyoruz ki; ilahi hitap, ayet diye andığımız işaretler boyunca farkında bir toplum ve diri bir bilinç inşa etme amacını taşımaktadır.

Bu nedenle olsa gerek, insanlık tarihi boyunca toplumsal yaşamın en önemli belirleyicisi din kurumu olmuş ve din kavramı aynı zamanda her çağda toplumun temel hareket kaynağı olarak belirmiş; bu dinamizm de din kavramının bütün toplumsal hareketlerin, siyasal düşüncelerin ve ideolojik kavgaların merkezinde yer almasına sebep olmuştur. 

Peki, nedir din?

Arapça lügatlere baktığınızda çok fazla anlama gelen din kavramını, ben bugüne kadar kullanılagelmiş bütün anlamları da ekleyerek, hep bir “yaşam biçimi” olarak okumayı tercih ettim. Bu genel tanımı doğru kabul edersek diyebiliriz ki, bir kişinin ya da toplumun dini dilindeki değil, yaşamındakidir ve kişi veya toplum nasıl yaşıyorsa dini de odur. 

Din kavramını bir “yaşam biçimi” olarak algılayıp, bu algıyı ilahi hitabın “…iyi bilin ki, gerçek din yalnızca Allah’ındır (Zümer,3) hükmü ile kıyasladığımızda; zannımca din denen kavramlar bütününün asıl gayesi de ortaya çıkmış oluyor. 

Çünkü ayette anılan Allah’ın dininden kasıt, yaratıcı kudretin kurduğu, sürdürülmesini istediği düzendir ve bu düzen, hiç kuşku yok ki fıtrat dediğimiz varoluş yasasını işaret etmektedir. 

Öyleyse diyebiliriz ki; ilahi hitabın andığı din, yaratıcı kudrete ‘teslim’ olmaktır. Bu yüzden olsa gerek İslâm kavramı, zaten ‘teslim oluş’ anlamına gelmekte olup, Müslüman ise ‘teslim olan’ kişidir.

Yani “ben Müslümanım” diyen kişi; büyük bir ülkü, ideal ve adanmışlığın adı olan İslam dinini kabul etmekle, Allah’ın koyduğu temel yasalara “teslim” olup; ilahi beyanın “darüsselam” olarak andığı yeryüzü cennetini, bütün yaratılmış için inşa etmek adına yürek teri döken kişi haline gelir. 

(Devam edecek)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
M. RIDVAN SADIKOĞLU Arşivi