Bir darbenin öyküsü !..

Bir darbenin öyküsü !..
27 Mayıs 1960 darbesinin üzerinden 60 yıl geçmesine rağmen, bu süreç içinde iş başındaki iktidarlar, siyasi yaşamlarını hep darbe korkusu içinde geçirdi.

Cemil ÖZYILDIRIM

27 Mayıs 1960 darbesinin üzerinden 60 yıl geçmesine rağmen, bu süreç  içinde iş başındaki  iktidarlar, siyasi yaşamlarını hep darbe korkusu içinde geçirdi. Demokrat Parti döneminde intihar ve idamlara kadar uzanan 1960 darbesinin hangi şart ve gerekçelerle yapıldığını anlamak ve anlatmak için, ‘’darbeden önce’’ ve ‘’darbeden sonra’’ ki gelişmeleri 2 bölümde toparlamak gerekiyor. Türkiye ölümcül bir virüs salgını ile adeta boğuşurken,  ‘’darbe’’ konusu da siyaset gündeme taşıdı. Görsel ve yazılı basının başlıca konusu olan ‘’darbe’’, özellikle televizyonlarda açık oturum katılımcıları arasında da hakarete varan tartışmalara, hatta sokak ağzı kavgalara sahne oldu. Vatandaş ise ‘’Neyin darbesi?’’ diye bu tartışmaları endişe içinde izledi..Çünkü asker sessiz, terör belası ile kanı-canı pahası ile mücadele ediyordu. Hem ordunun içinden gelen ve üzerindeki general elbisesini çıkarıp, Milli Savunma Bakanı olarak siyaset hayatına atılan Hulusi Akar’ın da, darbe tartışmalarında sesi hiç çıkmadı. Gerçi Türkiye’de 15 Temmuz’da FETÖ terör örgütünün darbe kalkışması yaşandı ama, darbeciler karşılarında halkı buldu.. 

Türkiye’de 27 Mayıs 1960 ve 12 Eylül 1980 yıllarında iki büyük askeri darbe yaşandı. 1960 darbesinden sonra, 20 Mayıs 1969’da emir-komuta zinciri içerisinde gelişen ve başarılı olamayan, 9 Mart 1971’de ise bu defa emir-komuta zinciri dışında yapılmak istenen yine başarılı olamayan iki darbe teşebbüsü daha oldu. 12 Mart 1971 tarihinde Türk Silahlı Kuvvetleri'nin Genelkurmay Başkanı Memduh Tağmaç, Kara Kuvvetleri komutanı Faruk Gürler, Deniz Kuvvetleri Komutanı Celal Eyiceoğlu ve Hava Kuvvetleri Komutanı Muhsin Batur'un imzasıyla Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay'a verilen muhtara ile Demirel hükümeti istifaya zorlandı. 28 Şubat 1997'de yapılan Millî Güvenlik Kurulu toplantısı sonucu açıklanan ve  irticaya karşı olduğu iddia edilen süreç, ‘’post modern darbe’’ olarak adlandırıldı. Türk Silahlı Kuvvetleri adına Genelkurmay Başkanlığının Cumhurbaşkanlığı seçimi dolayısı ile 27 Nisan 2007 tarihinde lâiklikle ilgili internet üzerinden gece 23.20’de duyurduğu bildiri ise, ‘’e-muhtıra" olarak değerlendirildi..  

Ülke yönetimine ilk iki büyük darbe ile askeri idareler neden el koymuştu ?. İktidarların demokrasiye, parlamenter sisteme, özgürlüklere, yargı bağımsızlığına, kuvvetler ayrılığına, Anayasaya bakış açıları, darbe kalkışmaları için nasıl gerekçeler oluşturmuştu?. Bu soruların karşılığın bulmak için 27 Mayıs 1960’da ilk büyük darbenin gerçekleştiği süreçte, iş başındaki Demokrat Parti (DP) hükümetinin uygulamalarına bakmak gerekiyor. Böylece iktidarların darbe anaforuna hangi gerekçe ve şartlar altında kapıldığı da anlaşılmış olacak.1950-1960 yılları arasında 10 yıl  iktidarda kalan DP hükümetinin uygulamalarının ayrıntısına, o yıllarda parlamento muhabirliği, sonra da gazete temsilcilikleri yapan, 1961 Anayasasını hazırlamak için kurulan Kurucu Meclis’e 24 Aralık 1960'ta Basın Temsilcisi olarak seçilen, 36 yıl da Hürriyet Gazetesinin başyazarlığını üstlenen Oktay Ekşi’nin, ‘’Gazetecilikte Geçen O Yıllar’’ adı taşıyan iki kitabı tanıklık edecek. 

İntihar ve idamlara varan 1960 darbesinin nedeni, Demokrat Parti yönetiminin yanlış uygulamaları olarak gösterilmişti. CHP’nin 1923-1950 arası 27 yıllık iktidarı döneminde, özellikle 1946-1950 yıllarındaki siyasi hayat çok gergindi. Çünkü bu yıllarda demokratlar çok sert muhalefet yapıyorlardı. O havada yapılan 14 Mayıs 1950 seçimini, Demokrat Parti (DP) ezici bir çoğunlukla kazandı. DP toplam 487 sandalyeden 408’ini almıştı. CHP’nin kazandığı milletvekilliği sayısı 69’dan ibaretti. Üstelik bunlardan bir kaçı, hemen Demokrat partiye geçince, sandalye sayısı 61’e indi. 

CHP ile ipler kopuyor

Meclis 1950 Mayısının 22’sinde açıldı. Millet Partisinden meclise giren tek milletvekili Kırşehir’den seçilen Osman Bölükbaşı idi. 9’da bağımsız milletvekili vardı. Yemin töreninden sonra Celal Bayar Cumhurbaşkanı seçildi. Kabinesini açıklayan Başbakan Adnan Menderes ise, 29 Mayıs 1950 günü Türkiye Büyük Millet Meclisinde (TBMM) hükümet programını açıklarken yaptığı konuşmada, CHP dönemindeki uzun yılların beyhude israf edildiğine, memleketin tabii inkişaf seyrinin hatalı ve sakat politikalarla engellenmiş olduğuna işaret ediyordu. 13 Hazirandaki DP Meclis gurup toplantısında ise, CHP ile ipleri tamamen koparan şu sözleri söylüyordu:

‘’Size esefle bildirmek isterim ki, iktidara geldiğimiz henüz bir ayı bulmadığı halde, bazı zaruri değişiklikleri mesele ittihaz ederek (sayarak), CHP orduyu aleyhimize tahrik etmek yoluna sapmıştır’’

Nitekim bir süre sonra doğruca CHP Genel Başkanı İsmet İnönü de hedef alındı. Ona ve ailesine hakaretler, iftiralar birbirini izlemeye başladı. Menderes’in kabinesinde Devlet Bakanı olan Fevzi Lütfü Karaosmanoğlu ‘’İsmet Paşa, 2. Dünya Savaşına  girmemizi önleyerek bize iyilik mi yaptı?. Milletin erkekliğini öldürdü’’ diyecek kadar ileri gitti. Bu süreç içinde ağır bir seçim yenilgisi alan CHP’nin 8. Kurultayı toplandı. Kurultayın daha başlarında CHP’nin islah edilmesine yönelik yüz küsur imzalı bir önerge, Ana Davalar Komisyonuna gönderildi. Orada hazırlanan rapor Genel Kurulda kabul edildi. Genel Başkan seçiminde ise İsmet İnönü’ye bir kişi dışında tüm delegeler oy verdi. O bir oyun, İsmet İnönü’ye ait olduğu anlaşıldı.  

1950 seçiminden sonra DP iktidara gelişi ile birlikte CHP’nin tek parti olduğu dönemindeki uygulamaları budanmaya başladı. Bunlardan ilki, ezanın Arapça okunmasını yasaklayan kanunun iptal edilmesi oldu. Ardından öteki niyetler de ortaya çıktı. Hemen geniş kapsamlı bir ‘’Af kanunu’’ çıkarıldı. Nazım Hikmet gibi yıllardır hapishanelerde bulunan aydınlar salıverildi. DP durmuyordu ve tarih 1951 Ağustosunu gösterirken, uzun yıllar CHP’ye bağlı olarak faaliyet gösteren Halkevleri kapatıldı. Bunu komünist faaliyetler gösterdikleri iddia edilen çoğu aydın 167 kişinin tutuklanması izledi. Başbakan Adnan Menderes ve Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın temel sorunu İsmet Paşa idi. O olmasa her şey düzgün gidecekti. Bir çaresi bulunmalı ve İsmet Paşa siyaset sahnesinden silinmeli idi. Her ikisi de İsmet Paşa kompleksinden bir türlü kurtulamıyordu. O ‘’ bir ‘’dese, onlar altında ‘’bin’’ adet anlam ve hesap arardı.

Adnan Menderes ne zaman CHP’ye kızsa, partiye ait malların hazineye devredilmesi tehdidini sıklıkla gündeme getiriyordu. Nitekim Menderes hükümeti, 6195 sayılı bir kanun çıkararak CHP’nin nesi var nesi yok ise, hepsine el koydu. Hatta Atatürk’ün CHP’ye emanet ettiği İş Bankası hisselerini bile elinden aldı. Adnan Menderes’in talimatı üzerine Antalya milletvekili Akif Sarıoğlu ve 91 arkadaşının imzaları ile 11 Aralık 1953 yılında Meclis Başkanlığına verilen kanun tasarısı,14 Aralık 1953’deki meclis oturumunda kabul edildi. Ertesi gün de resmi gazetede yayınlanarak kanunlaştı. Adnan Menderes bu oturumdaki konuşmasında, İnönü’yü geçmişte ‘’Sahte Reisicumhur’’olarak da niteliyordu. Sonraki günlerde Partinin Genel Sekreteri Kasım Gülek için de ‘’Sünnetsiz’’ olduğuna dair bir iddia da ortaya atıldı. DP’nin her mahalle ve kasabasındaki ocak başkanlarının ‘’Bu memur CHP’lidir’’ ihbarları, o memurun hemen bulunduğu yerden alınarak, yurdun başka bir yerine sürülmesine yetiyordu. Bu arada azan tarikatların, Atatürk heykellerine saldırıları yoğunlaşmıştı.

CHP’nin 1954 hüsranı

Tarih 2 Mayıs 1954 pazar gününü gösterirken, TBMM'de görev yapacak 10’nuncu dönem milletvekilleri için Türkiye genel seçimleri yapıldı. Seçimlerde yaklaşık 9 milyon seçmen oy kullandı. Demokrat Parti, oyların yüzde 58,4'ünü alarak 503 milletvekili, CHP  %35,1'lik oranla 31 milletvekili, Cumhuriyetçi Millet Partisi 5 milletvekili çıkarırken, bağımsız iki kişi ile birlikte, toplam 541 milletvekili seçildi. DP’nin seçim sonrası önü iyice açılmıştı. Bu defa önce kendi kararı ile yargı mensuplarını emekli edemeyen DP, Emekli Sandığı Yasasını değiştirdi.  Yasaya göre, artık bakan tarafından emekliye sevk edilecek kamu görevlisine gerekçe göstermekte gerekmeyecekti. DP 30 Haziran 1954’de seçim kanununda değişikliğe gitti.  Böylece DP’nin devlet radyosunu seçim propagandası döneminde istediği gibi kullanması sağlanırken, muhalefetin görüşlerini kamuoyuna duyurma imkanları kısıtlandı. Ayrıca milletvekili olmak isteyen devlet memurunun 6 ay önceden istifa etmesi gerekecekti. Bu hüküm bürokrasinin sadece DP saflarından meclise girmesini sağlıyordu. Bu değişikliğin amacı yargıyı yola getirmekti. 1956 yılında bunun sonuçları görülmeye başlandı. Basın davalarına bakmakla görevli Yargıtay 3. Ceza Dairesi Başkanı Baha Arıkan ve iki yüksek yargıç emekli edildi. 12 Haziran 1956 yılında Yargıtay 1.Başkanı ve Cumhuriyet Savcısı ile 16 yüksek yargıç emekliye sevk edildi. Daha sonra Kırşehir ilinin ilçeye dönüştürülmesi ve Nevşehir’e bağlanması tasarısı gündeme geldi. Tasarının nedeni, DP’yi eleştirileri ile hayli hırpalayan Osman Bölükbaşı’nın Kırşehir’den milletvekili seçilmesi  idi . Tasarı meclisten oy çokluğu ile geçerek kanunlaştı.. Kırşehir, kendi ilçesi olan Nevşehir’e bağlandı. Nevşehir de il statüsüne çıkarıldı. Sırada bir başka ilin cezalandırılması vardı.. 1950’den sonra İsmet İnönü’yü ikinci kez seçen Malatya da bir kanun tasarısı ile ikiye bölündü. Bir bölümünde il olmaya çalışan Adıyaman kuruldu. 

Siyaset dünyasında artık demokrasiden yana bir Adnan Menderes yoktu. Demokrat Partinin muhalefet yıllarında o herkesin demokrasi özlemlerine tercüman olan figürü gitmiş, yerine muhalefeti, basını, üniversiteleri, kısaca karşısına çıkacak ve çıkabilecek olan her itiraz sesini kısmayı kararlaştırmış bir Menderes gelmişti. Siyasetteki gerginlik, Menderes’in ‘’ Bu memlekette benim dediğim olur’’ inadı yüzünden büyüyordu. Ne var ki, 1955 yılı sonlarına doğru DP iktidarı ileri gelenlerinden bazılarının adının yolsuzluğa karıştığı iddiaları kulaktan kulağa yayılmaya başladı. Bu yolsuzlukların ithalat yapma izinleri üzerinde yoğunlaştığı konuşuluyordu. 

Sıra Üniversitelerde

DP iktidarının baskıları Üniversitelere uzandı. Öğrencilerine ‘’Nabza göre şerbet vermeyin’’ diye nasihat eden Siyasal Bilgiler Fakültesi Dekanı Turhan Feyzioğlu, öğrencileri hükümete karşı kışkırtmak suçundan görevinden alındı. Buna tepki olarak 5 öğretim üyesi de istifa etti. Bunları Hukuk Fakültesinden 3 öğretim üyesinin istifası izledi. 7 Mart 1954’deki Meclis birleşiminde ABD’den getirilen ve uzman olarak tanıtılan, ancak işadamları oldukları ortaya çıkan 3 kişinin hazırladığı petrol kanunu kabul edildi.  Aynı yıl bu defa sıra, muhalif basını cezalandırmaya gelmişti. Menderes gazetecilere hadlerini bildireceğini söylüyordu. Nitekim hükümeti eleştirenleri susturup hapse atmak için 1954 yılında çıkarılan 6334 sayılı‘’ Neşir yolu ile ya da radyo ile işlenecek bazı cürümler’’ hakkındaki tasarı, kabul edilerek kanunlaştı. Ancak bu kadarla da kalınmadı Haziran 1956’da basın için çok daha ağır cezalar içeren 6732 ve 6733 sayılı yasalar çıkarıldı. Böylece Adnan Menderes, kendi basınını yaratma politikasını da gerçekleştirmiş oldu. Çıkarılan kanunlar hemen etkisini gösterdi. İlk hedef Akis dergisinin sahibi ve başyazarı, İsmet Paşa’nın damadı Metin Toker oldu. Yazılarından dolayı yargılandı ve 9 ay 10 gün mahkumiyet cezası aldı. Ardından Erdoğan Tokatlı (Ankara), Tarık Halulu (İzmir), Yusuf Ziya Ademhan(Ankara), Abdülkadir Gürol (Eskişehir), İsmet Aras (Eskişehir), Gültekin Arda (Lüleburgaz), Ülkü Arman (Ankara 2.defa),  Oktay Verel (İstanbul), Şinasi Nahit Berker (Ankara 2. defa), Nihat Subaşı (Ankara), Ülkü Arman (Ankara 3. defa) , Karikatürist Halim Büyükbulut (Ankara), Bedii Faik (İstanbul), Ahmet Emin Yalman, Cüneyt Aracayürek, Ulus Gazetesinin Yazı işleri Müdürü Cemal Sağlam tutuklanarak, 65 aya mahkum oldu. Bu arada CHP’nin yayın organı Ulus Gazetesinin başyazarı Hüseyin Cahit Yalçın, dört ayrı yazısı nedeni ile 26 ay 20 gün hapse mahkum edildi. Tutuklamalar, soruşturmalar durmadı ve Bedii Faik’in ardından Dünya Gazetesi Yazı İşleri Müdürü Ali İhsan Göğüş de 12 ay ceza aldı. Menderes’in giderek ‘’Tek adam’’ olmaya yönelik tutumu,  kendisinden ve onu bu noktaya sürükleyen yakın çevresinden başka kimseyi memnun etmiyordu. Ekonomi bozulmuş, Merkez Bankasının döviz rezervleri erimişti. İki yıl öncesinin ithalat cenneti olan Türkiye gitmiş, yerine öğrencilerin kurşun kalem ve mürekkep bile bulamadıkları bir Türkiye gelmişti.

Menderes’in son çırpınışları

1955-1960 arasındaki yıllarda ekonomik bunalım, artan enflasyon, kentlere yığılmaya başlayan çalışanlar kitlesinin yoğunlaşan huzursuzluğu, sınıf çatışmalarının da şiddetini artırmıştı. Tabanı genişleyen aydınlar arasında gelişen yeni düşünceler, DP hükümetine karşı alternatif muhalefet arayışlarına neden oldu. Ayrıca, ordu tabanında da DP iktidarından beklentilerin gerçekleşmemesi hayal kırıklığı yaratmıştı. 1950’de Bolu’dan milletvekili seçildikten sonra Bayındırlık Bakanlığına getirilen emekli Korgeneral Fahri Belen, DP’nin hükümet etme biçimi ve adam kayırmacılığını gerekçe göstererek istifa etti. DP Hükümeti yöneldiği baskıcı yönetim biçimi nedeni ile halk üzerindeki güvenini ve dayanağını da kaybetti. DP Hükümetinin muhalefet üzerindeki baskılarını daha çok arttırarak CHP’yi parlamentodan tasfiye etmek üzere kurdurduğu ‘’Tasfiye Komisyonu’’nu ileri yetkilerle donatması, Ankara ve İstanbul’da öğrenci hareketlerinin sokağa taşmasına yol açtı. Her iki kente de bu nedenle sıkıyönetim ilan edildi. Buna rağmen ‘’Menderes istifa ‘’ sloganları ile sokak gösterilerinin önü alınamadı. Yüzlerce öğrenci tutuklandı. Ankara’da ‘’555 K’’ (5. Ayın, 5. Günü saat 5’te Kızılay’da) kodu ile büyük bir gösteri yapılacağı kulaktan kulağa yayıldı. Gerçekte gösteri haberini yayan DP’ idi. Adnan Menderes bu gösteri ile kendisinin sokaktaki gücünü ispatlamayı amaçlıyordu. Halk Kızılay meydanında biriktiği günde, Menderes aralarına katılarak sevgi gösterileri ile karşılanacağını sanıyordu. Çankaya’dan makam arabası ile Kızılay’a gelip arabasından indiği anda ‘’Menderes istifa’’ sloganları ile karşılanacağını hiç hesaba katmamıştı. İşte bu sırada olanlar oldu. Menderes’in başına gelenleri, olayları onunla birlikte yaşayan Hürriyet Gazetesinin kıdemli muhabiri ve eski Ankara Temsilcisi Emin Karakuş’un anlattıkları, Oktay Ekşi’nin ‘’Gazetecilikte geçen O Yıllar-2’’ kitabına şöyle yansıdı: 

Sonun başlangıcı

‘’Bizim Dünya gazetesinin bürosu Sakarya caddesinde yani Atatürk Bulvarına yaklaşık 100-150 metre mesafedeydi. O yüzden Bulvardaki Foto Apartmanının üst katında bulunan Hürriyet Bürosu, olayları izleyebilmek için daha iyi idi. Önce Bulvarda binlerce kişi “Olur mu böyle olur mu?” şarkısını söylemeye başladı. Bulvar, giderek binlerce kişinin gösteri yürüyüşü yapmak için toplandığı bir meydan manzarası aldı. Ve tabii yer-yer “Kahrolası diktatörler!” türü bağrışlar, “Hükümet istifa!” nidaları yükseldi. O sırada Hürriyet’in kıdemli mensubu Emin Karakuş “Eyvaah! Ben arabamı Bulvar’da park etmiştim. Başına bir şey gelmeden gidip onu kaldırayım” diyerek dışarı çıktı. Bundan sonrasını Emin Karakuş’un anılarından izleyelim:

“Bu coşku verici gösteriyi bizim gazetenin (Hürriyet’in) bürosundan izlerken, birden gözüm Kızılay binasının önüne doğru kaydı. Bir de ne göreyim? Binanın tam önünde park ettiğim, borç alıp parasını henüz ödemediğim, Volkswagen marka küçük otomobilin çevresi kaynıyor. Atlı polisler halkı dağıtmak için atlarını halkın üzerine doğru sürüyor. Bağırıp çağıranların sesi, bir baştan bir başa bütün Bulvarı kaplıyordu. Tamam dedim kendi kendime. Bu kalabalıkta bir de arabaya çarparlarsa olan bize olacak. Hemen bürodan fırladım. Arabayı oradan alarak tenha bir yere götürmek için kalabalık arasında zorla yürümeye başladım. Saat 17.55’i gösteriyordu. Atatürk Bulvarı askeri birlikler tarafından tutulmuştu. O sırada Lozan Meydanındaki trafik polisi düdüğünü çalarak Ulus yönünden gelen açık renkli plakasız spor arabaya yol verdi. Trafik polisinin gösterdiği yol Necatibey Caddesiydi. Arabada Meclisten çıkan Celal Bayar, Refik Koraltan, Adnan Menderes bulunuyordu. Bayar’ın arabasını kırmızı plakalı bir başka araba izliyordu. Bu arabada da İçişleri Bakanı Namık Gedik ve Milli Eğitim Bakanı Atıf Benderlioğlu bulunmaktaydı. Bayar’ın arabası Necatibey Caddesine doğru yönelirken şoför orta bölümdeki camın şiddetle yumruklandığını duydu. Bayar, “Ne diye yolunu değiştiriyorsun? Doğru gitsene!” diye bağırdı. Bunun üzerine direksiyon tekrar sola kıvrıldı. Otomobil Atatürk Bulvarına girdi. Bulvar ana-baba gününü andırıyordu. Gençler polislerle çarpışıyor, “Hürriyet!” sesleri iki sıralı apartmanlarda geniş yankılar yapıyordu.

Araba tam Boğaziçi Pasta Salonunun önünde durdu. Bayar sağ kapıdan, Menderes sol kapıdan indiler. Menderes hızlı ve telaşlı adımlarla kaldırımdaki kalabalığın arasına karıştı. Tam bu sırada, DP İl Merkezinden bir alkış sesi duyuldu. Cılız bir iki ses “Yaşa Menderes!” diye bağırıyordu ki birden ortalığı bir uğultu aldı ve birkaç saniye içinde uğultu “Yuh!” seslerine dönüştü. Refik Koraltan arabanın kapısını kapatmış ve içeri sinmişti. Bayar ise birkaç adım ötede şaşkın bir halde çevresine bakıyordu. Bu sırada 55-60 yaşlarında gözlüklü bir adamın “Yuh!” çekerek Bayar’a doğru yaklaştığı görüldü. O kadar yaklaştı ki, iki gözlüklü adam bir ara burun buruna gelir gibi oldular. Ama polisler gözlüklü adamın kollarına yapışarak onu oradan uzaklaştırdılar.”

Bayar çok şaşırmıştı. Yanında duran özel kalem müdürüne sordu:

“Kimi yuhalıyor bu adam?”

“Özel Kalem Müdürü cevap verdi. “Yuhalayanları yuhalıyormuş. Öyle söylüyorlar!”

Bayar üzülmüştü. “Yuhalayanları yuhalıyormuş. Öyle ise bulun zavallıyı! İncittik adamcağızı” dedi. Öte yandan Menderes, çevresini saran polisler ortasında yol almak istiyordu. “Menderes istifa!” sesleri ortalığı çınlatmaya, bunu “Yuh!” sesleri  izlemeye başlamıştı. Menderes, “Ne istiyorsunuz? Ne bağırıyorsunuz?” diye soruyor, buna karşılık “İstifa!” sesleri yükseliyor, “Hürriyet istiyoruz!” diyorlardı. Menderes’in kan beynine sıçramıştı. “Öyleyse öldürün beni” diye bağırdı. Kalabalıktan bir ses yükseldi: 

“Biz katil değiliz!”

Menderes bu sese doğru hamle yapmak istedi. Çevresindeki polisler kendisini zor tuttular. Menderes’i çevreleyen gençler “Yuh!” sesleriyle onu itip kakmaya başladılar. Menderes neye uğradığını şaşırmış, rengi bembeyaz olmuş, kimin üzerine yürüyeceğini, kimi tutuklatmak için yanındaki polislere buyruk vereceğini bilemez bir hale gelmişti. Yanında bulunan İçişleri Bakanı Dr. Namık Gedik, 28.Tümen Komutanı, Vali, Ankara Emniyet Müdürü Menderes’in etrafını sarmış ona daha büyük bir zarar gelmesinden korkuyorlardı. Bu sırada öbür otomobillerde bulunan Celal Bayar’la Refik Koraltan, kendilerine karşı olan havayı görerek hemen olay yerinden uzaklaşmışlardı.Gençler bir anda Menderes’in etrafını sararak, “İs…ti…fa…!”, “İs…ti…fa…!” diye bağırmaya ve karşı gösteri yapmaya başladılar. Buna halkın da karıştığı görülüyordu. Menderes üzerine doğru yürümek isteyen öğrenciler hakkında polislere bir şeyler söylüyor, “Tutun şunu!”, “Yakalayın bunu!” diyerek onların taşkınlıklarına küfürle karşılık veriyordu.”

Bu durumu görünce, daha hızlı adımlarla otomobilime yaklaşmak istedim. Ben bürodan Kızılay’ın önüne gelinceye kadar, Menderes de Kızılay’ın önüne geldi. Atlı polisler önümü tamamen kesmişlerdi. Sonunda zar-zor yaklaştım. Arabaya bindim. Motoru çalıştırarak hemen oradan uzaklaşmak istiyordum. Tam bu sırada 28. Tümen Komutanının bana “Dur!” diye işaret ettiğini gördüm. Menderes arabama iyice yaklaşmıştı. Polisler onu arabaya bindirerek kalabalıktan uzaklaştırmak istiyorlardı. Kapıyı açtım. Menderes ayağını arabaya doğru attı. Bir eliyle de tavanı içeriden tutarak bağırıyordu. Öbür eliyle arabanın tavanına bir yumruk vurarak “Bana mı yuh ulan?” diye haykırdı. Öğrencilerden bazıları da,“Sana yuh!” diye karşılık verdiler.

Arabayı geri vitese taktım, fakat gerilemek olanak dışıydı. Otomobilin kapısı hâlâ açık duruyor, Menderes her tavanı yumrukladıkça ben, “Eyvah! Otomobile bir şeyler oluyor!” diye meraklanıyordum. Polisler arka tarafta biraz yer açtılar. Ben de geriledikten sonra kalktım. Kapı kapanmış, hareket etmiştik. Birden gözüm ona doğru kaydı ve kendimi tutamayarak “Beyefendi, sizin ne işiniz var burada? Size otomobilden burada inmeyi, bu kalabalığa karışmayı kim söyledi?” diye sordum. Menderes bu sözlerimi  işitmemiş gibiydi. Beti benzi sapsarı kesilmişti. Heyecanından zangır zangır titriyordu.

Otomobil bu büyük kalabalığı yararak zorla ilerliyordu. Ben bir kaza yapacağım diye direksiyona sıkı sıkı sarılmıştım. Menderes gençlere “Anasını, avradını…” diye küfürler savuruyordu. Yakası açılmış, kravatı kaymıştı. Ağzından köpükler saçılıyordu. Onun bu halini hiçbir zaman unutmayacağım. Otomobil Amerikan Haberler Merkezi’nin önüne gelmişti ki birden nereye gideceğimiz hatırıma geldi. “Sizi nereye götüreyim? Evinize mi, makamınıza mı, yoksa başka bir yere mi?” diye sordum. O bir anda kendine gelir gibi oldu:“Karakuş sen beni burada bırak” dedi. Kaçmış, kaçırılmış gibi görünmek istemiyordu. Kavgada kararlıydı. Yine bin-bir zorlukla direksiyonu sola kıvırarak geri döndüm. Bu dönüş o kadar zor oldu ki, terliyordum. 

O zamanki postane, şimdiki halıcı dükkânının önüne gelince “Dur!” dedi ve kapıyı açarak arabadan indi. Karşısına rastgele çıkan bir gencin yakasına yapışarak, “Benden ne istiyorsunuz?” diye sordu. Geçmiş gün, tahminen 30 yaşında olan genç, “Hiç! Sadece istifa et, yeter!” dedi. Menderes bu yanıt karşısında çok sinirlenmiş olacak ki, “Yakalayın bu adamı götürün!” diye bağırdı. O anda İçişleri Bakanı ve Güvenlik görevlileri yine Menderes’in çevresini aldılar. Ben geri-geri giderek, Amerikan Haber Merkezi’nin önünde park ettim. Sağ kapı zorlanmıştı, kapanmıyordu. Bu kadarına “şükür” diyerek büroya doğru yürüdüm. Sonradan öğrendiğime göre, İçişleri Bakanı siyah renkli bir araba bularak Menderes’i oradan uzaklaştırmış’’.

Emir komuta zinciri dışında yapılan 27 Mayıs 1960 darbesinden arta kalan ve daha sonraki on yıllara damgasını vuran 1961 Anayasası oldu. Darbe 37 düşük rütbeli subayın planları ile icra edildi. Kritik mevziler bu subayların ellerindeki asker ve silahlarla önce ordudaki komuta kademesi etkisiz hale getirilerek ele geçirildi. Sonra Cumhurbaşkanı Celal Bayar, Başbakan Adnan Menderes ve hükümet üyeleri tutuklandı. 235 general ve 3500 civarında subay (daha çok albay, yarbay, binbaşı) emekliye sevk edildi. 147 üniversite öğretim görevlisi görevden alındı. 520 hakim ve yargıç görevden uzaklaştırıldı. Darbeden sonra darbeyi planlayan ve icra eden 37 düşük rütbeli subay ve emekli Orgeneral Cemal Gürsel 'in oluşturduğu Milli Birlik Komitesi, ülke yönetimini üstlendi. Yakalanan DP'lilerin gözaltında tutulduğu Harp Okulu'nda İçişleri Bakanı Namık Gedik, pencereden atlayarak intihar etti. 28 Eylül 1960 günü mahkeme kararı ile Demokrat Parti kapatıldı. 14 Ekim 1960’ta Yassı Ada’da Salim Başol başkanlığında özel olarak kurulan Yüksek Adalet Divanında yargılamalar, 15 Eylül 1961’e kadar sürdü, 584 sanık hakkında karar çıktı. Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ile Maliye Bakanı Hasan Polatkan 16 Eylülde, Başbakan Adnan Menderes 17 Eylülde idam edildi. Başta Celal Bayar olmak üzere 12 sanığın idam cezası Milli Birlik Komitesi tarafından ömür boyu hapse çevrildi Yüksek Adalet Divanı’nca 449 sanık, çeşitli hapis cezalarına çarptırıldı. 123 sanık ise aklandı..

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Özel Haber